Her şey Hakk’ı zikretmekte
Lisanıyla Hak demekte
İnsan kendini bilmekte
Allah deyin huzur bulun
Zikir bizi bizden alır. Biz o zaman bizi aşarız. Benliğimizi aşar, Hak benliğine ulaşırız. Zikir, Allah'ı sevmenin ifadesidir. Hak mürşidin açtığı bir yoldur ki kulu Allah'a ulaştıran en kutsî vasıta, zikrullahtır.
Zikirsiz, fikirsiz olur mu derviş? Demek, zikir, fikrimizi, tefekkürümüzü, düşüncemizi açar. “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin” diyen Allah’tır. kurtuluşa, saadete, huzura zikirle ulaşılır.
Bahçemizdeki meyve ağacına hizmet eder, sular, gübresini eksiksiz verir, vaktinde ilacını atarsak, meyve toplamaya, yemeye yüzümüz olur.
Zikrullah da insan vücudunda bir ihtilâli gerçekleştirir. Gerçekleştirir de ne tecellîler, ne zuhuratlar olur. Allah'ın zikri, girdiği yerde ne haset, ne gurur, ne kibir, ne öfke bırakır. Nefsânî hareketler yok olmaya mahkûm olur. İşte o zaman derviş, gönül bahçesinde aradığını bulacak. Bu zevke eren Hak dost, diyor ki:
Gitti kesret, geldi vahdet, oldu halvet dost ile
Dostla halvet edebilmek için zikrin sâikasına, ihtilâl ve inkılâbına uğrayacak derviş. İşte o zaman aşkul- lah, zevkullah, muhabbetullah tecellî edecek ki derviş gönül bahçesinden inciler, mercanlar, yakutlar toplayacak.
Bak şu dervişin hâline
Âlem hayran ahvâline
Akıl ermez kemâline
Kesret vahdet tevhid etmiş
Derviş, bu kemâle erebilmek için, nefsî mücadelede muzaffer olmuş, Hak mürşidin emrine itaat, telkinine, sadâkat göstermiş. Göstermiş de sadâkatinin karşılığı Hakk’ı diyet etmiş.
Hakk’ı diyet eden dervişimize canu gönülden selâmlar, sevgiler, hürmetler…
Ey Hak dostu!
Ne mutlu size!.. Hakk’ı diyet eden, Hak dostlarına ne mutlu! Ne mazi ne müstakbel! Hâlde tevhid etmişler. İman-ı kâmille görerek, bilerek, yaşayarak şahadet getirmiş bu zat-ı muhteremler de hâlde tevhid etmenin kemâline ermişler.
Hak dosta sorarsak: Bu kemâle nasıl erdiniz?
Cevaben bize diyor ki: Hak mürşidin telkinine sadâkatle, emrine itaatle hidâyet olunan yoldan giderek.
Geçmeyecek onlar sırat
Vermeyecek onlar hesap
Hak mürşide verdiler hesap
Hep gördükleri dîdar, cemâl, olur.
Hak erenler bu yoldan gittiler. Gittiler de mânâ oldu, uçtular. Dünya, ukba onları etkisi altına alamaz. Velâyette velilerle haşroldular. Nübüvvette nebilerle haş- roldular. Velâyetle nübüvveti tevhid ederek, Kavseyn’e erdiler. Âlem, gözlerinden sır oldu, kayboldu. Öyle bir âleme ulaştılar ki renkten, şekilden, kelimeden arınmış bir âlem. Devr-i âlem oldular.
Can mürşidin, Hak mürşidin telkini neler neler neler yapar! Yeter ki Hak dost; sadâkat, ihlâs, samimiyetle hidâyet olunan yolda yürüsün. Derde devâ bulur. Canda cânanla sohbet, muhabbet olur. Etmez mi gör ihsan sana!
Ey yüceler yücesi! Sultanlar sultanı!
Lütfun, keremin olmazsa, en küçük bir kıpırdama olamaz. Güneş doğmaz, rüzgâr esmez, rahmet yağmaz. Rahmetin, merhametin sonsuz ulu sultanım. Sonsuz lütuf ve keremin karşısında zat-ı Ulûhiyetine kemâl-i edeple, hayâ ederek, ifade edeyim ki: Âcizem, âcizem, âcizem…
Dilimiz döner, gözümüz görür, elimiz tutar; rahmetindir, merhametindir. Aklımız, zekâ ve kabiliyetimiz, istidat ve idrakimiz, zat-ı Ulûhiyetine yemin ederim ki şüphesiz ikramındır, ulu sultanım!
Nefes alıp vermemiz, sonsuz nimetlerine ulaşmamız, ihsanındır Ulu Sultanım!
Aşkla, zevkle, muhabbetle Allah dersek, diyen sizsiniz Sultanım! Sizsiz dil döner mi? Göz görür mü? kulak duyar mı? Þah damarından yakınsın. Canda cânansın. Tende mihmansın. Yakınlığının zevkini, duygu ve tefekkürünü, aşk ve muhabbetini cümle ihvanımıza ihsan eyle ulu sultanım!
Ben şu derviş kardeşime hayranım!
Ne mutlu tefekkürle Allah diyen dervişe!
Ne mutlu, fenâ-yı tamda bekâya erip Hakk’ı diyet eden dervişime ne mutlu…
Hâlde tevhid ederek, şahadet sırrına ermiş, halkı sevmiş, Hakk’ı sevmiş; Hakk’ı sevmiş, halkı sevmiş. Ah canım, sırra kadem basmış. Ulu sultanın sevgisine ermiş, varından geçip Hak varlığına eren bu zat-ı muhteremlere gönülden tebrikler.
Vuslatınız, halvetiniz, ol dost ile sohbetiniz mübarek olsun. Allah dervişanımızı ezel ebed korusun, muhafaza eylesin.
Ey Hak dost!
Kelâm-ı Hak'la sohbet eden mürşidim. Fenâ-yı tamda bekâya erdiren, sırattan, mizandan geçirip ol dost ile halvet ettiren can mürşidim. Harfsiz, kelâmsız, sessiz sohbetin sırrını açan, gönülden gönüle ilka olan (dolan), ilka ettiren (dolduran) yüce sultan mürşidim! Neler neler yaparsın… Lütfet, kerem kıl da kurbanın olayım! Canda cânanımsın benim. Tende mihmanımsın benim. Ulu Sultanımsın benim.
Ey Hakk’ı diyet eden Hak mürşit! Kelâm-ı Hak’la sohbet eden can mürşidim!
Bilmem ki sizi nasıl anlatayım! Lâzım ki ben, siz olayım.
Ey Sabri Hoca! Ey Derviş Sabri!
Hayâ et, nasıl ben, siz olayım, diyebilirsiniz?
Bu da ulu sultanın himmeti, lütuf ve keremidir. Buyuruyor ki:
Sen-ben, ben-sen olmuşuz hem
Budur bana himmet şeyhim.
Bize lütf u keremin zikrin, muhabbetindir. Bize ikram, ihsanın aşkın, zevkindir. Perdelerden öte geçirip canda cânanla buluşturup biliştirip sevgiye mazhar kılmanızdır
Dünya ukba engellerinden geçirip ol dost ile vuslat ettirdiniz. Hâlde tevhid ettirdiniz. Görerek, bilerek, şahadet getirmenin sırrına erdirdiniz. En büyük ikram, ihsanındır bize.
Biliyorum 60-70 kiloda gizlenmiştiniz. İsminizi Ahmed’e takmıştınız. Çok iyi biliyorum, zevk ediyorum ki Hakk’ı diyet edensiniz. Kelâm-ı Hak'la sohbet eder, tevhidi mutlaktan verirsiniz.
Bazen öyle kul olurdunuz ki bizi hayretlere düşürürdünüz. Bazen de dünya, ukba pazarından geçer, öyle bir âleme gelirdiniz ki sultanlara sultan olurdunuz.
İşte bu hâlinize iman etmek, sizi candan sevmek iman-ı kâmilin ta kendisidir.
Ey mürşidim cansın bana
Canlar feda olsun sana
Ettin himmet ben kuluna
Sensin hayat veren bana
Hem ârifsin, hem kâmilsin
Þahadetle bilinirsin
Kemâlinle görünürsün
Nur-i Huda senden bana
Sabrin senin yolundadır
Himmetinle yanındadır
Emir senden söz senindir
Þeyhim delil oldu bana
Selâm, sevgi, dualarımla Allah'a emânet ederim!
05. 07. 2005
|