Hakk’ı seven tâbi olsun nebiler nebisine
Ehl-i Sünnet itikadı rehberdir velisine
Kulak ver, dinle, server-i enbiyanın sesine
Essalâtu vesselâm Muhammed Mustafa’sına
KUTLU DOÐUM
Allah'a hamd ü senâ, habibi Muhammed’ine bîni- haye salât u selâm olsun. Bugün şerefli, meziyetli bir gün. Peygamber Efendimizin (s.a.) doğum haftası, doğum günü. Bu şerefli, meziyetli günü tebrik etmek, Hak Resûlün doğumuna ilgi göstermek ne güzel!
Öyle bir doğuş ki beşeriyet zulmetten nura, kavuşuyor. Büyük insan, tek başına kutsî ve ulvî davayı savunup mücadele veriyor.
Doğuşundan mânâ âlemine geçinceye kadar, hayatı hikmet ve mânâlarla, mucizelerle dolu. 63 senede göstermiş olduğu olgunluk, başarı asırlara sığmaz.
Mekke-yi Mükerreme’de bir çocuk doğuyor. Babasız bir çocuk. Babası vefat etmiş. Küçük yaşta iken annesini kaybetmiş. Dedesi Abdulmuttalib’i kaybetmiş. Anadan, babadan öksüz, amcası Ebu Talip tarafından himaye edilmiş, bakılmış. Söz ve sohbetlerinin, hareketlerinin büyük bir asâlete, mânâ ve hikmetlere sahip olduğu âşikardır.
Kimselerle görüşmez, kendi âleminde, başka âlemlerde esrarengiz mânâlar içerisinde yaşıyor. O’nu gören hayretlere düşüyor. Kendisine Muhammedü’l Emin, “Emin İnsan” deniyor. Doğru insan. Hz. Hatice tarafından ticaretin, kervanların yöneticisi, idarecisi olarak Þam’a gönderiliyor. Bir defa, iki defa bu ticari yolculukta Hatice valideye büyük kazançlar getiriyor. Hatta herkes malını Þam’da bile satamazken, vereceğini verip alacağını alamazken, O, yolda bu işi en iyi şekilde hallediyor.
Hz. Hatice’den (r.a.) evlenme teklifi geliyor ve bunu kabul ediyor. 25 yaşında iken 40 yaşındaki bir hanımla evleniyor. Kendisine bir çok teklifler, kızlar, zenginler talip olduğu hâlde O, Hatice valideyi (r.a.) kabul ediyor. Çünkü O’nun düşüncesi başkaydı. Bütün çocukları Hatice validemizden (r.a.) meydana geldi. Peygamber Efendimizin (s.a.) maddî mânevî en büyük destekçisi, Hatice validemiz (r.a.) olmuştur. Hanımlarda ilk iman eden Hatice validemiz (r.a.) erkeklerde Hz. Sıddık (r.a.) çocuklarda ise Hz. Ali’dir. (k.v.) [--pagebreak--]
Allah’ın Resûlü tek başına bir ihtilâl yapıyor. Küfrü yıkıp yerine imanı, zulmü yıkıp yerine adaleti, cehli yıkıp yerine ilim ve irfanı getiren büyük lider!.. Allah’ın medhüsenâsına mazhar olan büyük insan. Allah şefaatına nail eylesin.
Hikmetler dizisinden bir tanesi:
Binlerce meşakkate katlanarak, gündüzleri taş kovuklarında, mağaralarda geçirip geceleri yol alan Allah- ın Resûlü, Hz. Sıddık’la beraber Medine’ye varıyorlar. Halk bunları karşılıyor. İltifat edip hürmet gösteriyorlar.
Peygamber Efendimizi (s.a.) Medine’nin zenginlerinin hepsi davet ediyordu. Fakirler cesaret edemiyordu. Neleri vardı ki!.. Ne yapsın, gönül kırmak, insan darıltmak da istemiyor büyük insan. “Devem kimin kapısında çökerse, onun misafiri olacağım.” diyordu.
Herkes koşup evinin önüne, geçeceği yollara yeşillikler, yemler koyuyor. Peygamberimizin devesi çöksün diye. Üzerinde iki cihan serveri Hz. Muhammed Mustafa’yı taşıyan deve vakur, emin adımlarla öyle edepli, ölçülü, öyle dikkatli yürüyordu ki… O yürüdü yürüdü… Kapının önüne bir avuç kuru diken konmuştu. Orada durdu. Peygamber Efendimizden (s.a.) müsaade alırcasına, öyle edebî bir hareketle, orda çöküverdi. O ev, Eba Eyyübe’l-Ensari’nin eviydi. Peygamber Efendimizi (s.a.) misafir eden bu zat-ı muhterem, öyle sevinçli, öyle memnundu ki! Bir tek keçisi vardı. Keçiyi sağıyor, sütü bitmiyor. Sağdıkça arkası geliyor. Sağmaktan yoruluyor, süt yine bitmiyor… Kısa bir zamanda evi bereket doldu.
İşte bu zat-ı muhterem İstanbul’da Eyüp Sultan Hz.’leri denilen mahalde medfundur. Hergün kabrini binlerce insan ziyaret eder. Âşık şairlerden bir tanesi buyuruyor:
Yetişmez mi bu şehre bu lütf-u Rabbani
Habibi Ekrem’in dostu Eba Eyyübe’l-Ensari.
Peygamberimizin şu veciz hadisine mazhar olmak için İstanbul’a geldiler: “Elbette Kostantiniyye fethedilecektir. Onu fetheden kumandan, ne büyük kumandandır. Onu fetheden asker ne mutlu askerdir.” Peygamber Efendimizin (s.a.) vefatından sonra İstanbul’un fethi için yola çıktılar. Bu büyük fetih de Fatih Sultan Mehmet Han Hz.’lerine nasip oldu.
Peygamber Efendimiz (s.a.) 23 defa bizzat harbe iştirak etmiştir. 83 defa da harp hazırlıkları yapmış, yalnız iştirak etmemiştir. Allah cümlemizi şefaatlerine nail eylesin.
O’nu anlatmakla bitirmek mümkün değildir. 63 yaşında Medine-yi Tahire’de vefat etmiş.
Peygamber Efendimizin (s.a.) mânâsına geçmeye kalkarsak, O’nu anlatabilmek kolay değil. Evvela Allah Muhammed’inin nurunu, o nurdan bu âlemi yaratmış. Letafeti, mânâsı o kadar engin ki ezelle ebedi tutmuş. “Ben peygamber iken, Adem su ile toprak beynindeydi.” “Habîbim biz seni başıboş, gelişigüzel, tesadüfi göndermedik. İllâ bir gayeye, bir hakikate mebni olarak gönderdik. Âlemlere rahmet edici, bir kurtarıcı olarak gönderdik.”[1] [--pagebreak--]
Süleyman Çelebi diyor ki:
“Doğdu ol saatte ol sultan-ı din
Nura gark oldu semâvat u zemin.”
Dinin sultanı doğdu. Mekke-yi Mükerreme’de, Âmine Hatun’dan doğdu. Ama hakikatte mânâ olarak Süleyman Çelebi bu tecellîye, O’nun mânâsına vâkıf olunca, bu doğuşu zevk etti, mevlidi yazdı.
Ehli tevhidin hâlinde bu doğuş tecellî edecek. Aşkla zevkle, mânâ ile zuhura gelecek. Gelecek de işte o zaman insan kesafetinden letafetine geçmiş olacak. Ehl-i tevhid olan herkesin özünde Muhammediyet vardır.
Hak mürşidin telkiniyle Muhammediyet doğar. Bu öyle bir doğuş ki öyle bir hâl ki öyle bir durum ki akıl fehmetmez onu. Aklın maverasında, aklın ötesinde, bir hâl. Allah’ın Resûlü gerek kesafetiyle gerekse mânâsıyla hikmetler hazinesi. “Habîbim sen olmasaydın onsekiz bin âlemi ne sebeple yaratırdım!” buyuruyor Cenâb-ı Hak.
Bizler Hak Resûlün idaresini, gösterdiği, kemâlatı idrak edebilseydik, huzur bulurduk. O’nun letafet tarafına geçen, ölümsüzlüğünü bulan, görerek bilerek şahadet getiren zat-ı muhteremler, O’nun hâlet-i ruhiyesini yaşamakta.
Ehl-i tevhid, görerek, bilerek, yaşayarak şahadet getirir. Hak mürşidin telkinine sadâkat, emrine itaat, bütün müşkilâtları hâll u âsan eder. Allah bu yolda hepimizin elinden tutsun.
Dünya devletleri, Hz. Muhammed’in hayatını inceleseler, huzur bulacaklar. Peygamber Efendimiz (s.a.) veciz ifadeleriyle yaşantılarıyla, dünyaya huzur getiren, kardeşlik getiren, mazlumun hakkını koruyan, zâlime haddini bildiren hadisleriyle hikmetler hazinesi sohbetleriyle bunu kanıtlamıştır.
Peygamber Efendimiz’i (s.a.) sene-yi devriyesi olarak 20 Nisan gününe şahsen sığdıramam.
Madde vücudunun doğuşu böyle. Ya mânâsı? Cihana hayat vermekte. Biz Allah ve Resûlü’nü hem kesafetiyle maddesiyle hem de letafetiyle yâni mânâsıyla zevk edip yaşayacağız inşallah.
Allah’ın Resûlü’nü mânâ olarak zevk etmek, O’nu yaşamakla olur. O’nu yaşamak da ancak Hak mürşidin emrine itaat, telkinine sadâkatle olur. Güzel ahlâkla, fenâyı tamda bekâyı bulmakla, hâlde tevhid edip şahadet getirmekle olur.
Vahdeti velâyetten; kesreti de tafsilât-ı Muham-mediye’den alarak, Kavseyn’de görerek, bilerek, yaşayarak şahadet getirmenin zevkini Allah bütün ihvana nasip eylesin.
20. 04. 2005
|