Yarattığın bütün nimetler bizim için
Bu kadar çeşitli lezzetler de bizim için
Çok şükürler olsun, bizler de senin için
Ya Rab, kul olabilmek için tut elimiz!..
İlk Emir: Oku!
Allah’tan inzal ve ikram olunan ilk âyet: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı pıhtılaşmış kandan (alaktan) yarattı.”[1]
Bir katreden meydana getirilen, bu kadar kutsî ve ulvî şerefe nâil olan (ulaşan) insana ilk emir: Oku! Rabbinin ismiyle oku. Rab, terbiye edici demektir. Seni terbiye eden, yaratan, yaşatan, rızkını veren Rabbinin ismiyle oku.
O zaman, Kur’an nâzil olmamış (inmemiş). Kâinat kitabını oku! Hikmetleri oku. Nizam-ı âlemi (kâinatın düzenini) oku.
Ulu Yaratanım bu düzeni, bu âlemi öyle güzel kurmuş ki hiçbir değişime ihtiyaç görülmez.
Rüzgâr estiği zaman, bunu ayarlayıcı bir maddî güç var mı? Tabiî ki yok! İlâhî güç, daha kuvvetli esse, evleri, apartmanları yerinden oynatır, kibrit kutusu gibi savurur. Aman Allah’ım ne kuvvet!...
“Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgârları gönderen Allah'tır. Rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz. Ölüleri de bunun gibi diriltip çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız.”[2] Gökyüzünde rüzgâr vasıtasıyla bulutları sevk ediyor, istediği beldeyi suluyor, rahmetler yağdırıyor. O bulutların ağırlığını ölçmek mümkün değil. Yüz binlerce ton su taşıyorlar. Bize hizmet için.
O İlâhî rahmet yeryüzünü sularken, bir nizam içerisinde mahsullerin yapraklarını dahi incitmiyor.
Bir zamanlar bir arkadaşımla, gece, yatsılardan sonra bir sokaktan gidiyorduk. Kadının birisi beşinci kattan kova ile su attı. Arkadaşıma su vurdu, bana suyun azı değdi. Arkadaşım ellerinin üzerine düştü, ben ise sarsıldım.
O anda düşündüm: Ya Rabbi! Beş bin metre yükseklikten -aşağı yukarı, daha eksik, daha fazla olabilir- inen ilâhî rahmet, hiçbir zarar yapmıyor. Ya birden o su bırakılsaydı… Düşün dünyanın hâlini ne olur! İlâhî nizam, onu en güzel şekilde toprağımıza indirir, mahsulü- müzü, bayırımızı, kırlarımızı sular. Erozyon yapmadan, toprağı tahriş etmeden, insanlara zarar vermeden… İnsanlığa hizmet bu!
Vahşi hayvanata öyle bir duygu, düşünce vermiş ki dağlarda, ormanlarda yaşarlar. Ya şehre yürüseler!.. Hayat hakkı kalır mı bize?
Güçlü kuvvetli atlarımız, öküzlerimiz insanlığa hizmete koyulmuş, gece gündüz çalışırlar, İlâhî terbiye bu!
Þu muazzam denizlerimiz… Aman Allah’ım! Dalgalar yükseliyor, sahilden onları seyrettiğimiz zaman korkuyoruz. Bir anda şehirleri istilâ edebilecek güçleri var. Bunları ayarlayıp bir intizam içerisinde devamını sağlayan var.
“Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yürür.”[3] Gerek güneşimiz, gerekse ayımız, yıldızlarımız bir yörüngede hizmet eder, devreder. Bu ne ilâhî güç, ne kuvvet, ne büyük azamet!..
Geçen sene kızım, mandalina alırken, bizi tanıyan bir dostumuz -mandalina satıyormuş- bir dal mandalin vermiş ona. “Bunu Hacı Baba’ya götür!” diye. İncecik, küçücük bir dal. Har tarafı mandalin dolu. Elime aldım, hayretlerde kaldım!
Yüce Mevlâm! Bir incecik dala bu kadar meyveler vermişsin. Ben üç kilo diyeyim, sen beş kilo de. Dalda görünen yer yok. Her tarafından fışkırmış.
Hangi ağaca baksan, hangi meyveye baksan öyle!.. İnsanlığa hizmet için kurulan bu düzene bakarak, Sâni-i Âzam olan Ulu Mevlâ’nın azametinden, (büyüklü- ğünden) hikmetlerinden titrememek, hayretlere düşmemek mümkün mü?
Ve yine… Bayburt’tayız. Çoruh nehrinin üzerinde bir köye gittik. Bayburtlu Hafız Halil’in köyü. Hafız Halil ile beraberdik. “Haydi gezelim!” dediler. Köyün yakınında bir tarlaya getirdiler. Hocanın kardeşi muhtarın tarlası. Çoruh’tan bir su bağlamışlar. Ve orada kabak yapmışlar. Bir kabağın yanına gittim, kaldıramadım yerinden.
-Ne yapıyorsun, dediler. O kabak, tam 40 kilo.
Aynı zamanda bir kabak daha var, o da 25 kilo civarında. Bir tane daha var. O da 13-14 kilo. Bu kabaklar, aynı asmanın üzerindeydi. Muhtar, onları tartarak bize kilolarını bildirdi. Aklım, şuurum durdu, şaşırdım. Gerçi tarlanın bütün mahsulü öyleydi. Canım Allah be!.. Er rızku alallah!
Güneş doğar, rahmet yağar, bahar gelir, çiçekler açar. Sayısız nimetler, mahsuller, tatları, lezzetleriyle insanlığa hizmet etmekte.
Ulu Yaratanım!
Rahimsin, Kerîmsin, Allahsın!.. Büyüklüğünün karşısında âciziz, âciziz, idrakinden âciziz. Bize hamd edecek, şükredecek, sizi her zerreden şuhud ve zevk edecek idrak ver, kabiliyet ver. Allah diyecek, sadâkat ve samimiyetle sana inanacak iman ver, ihlâs ver. Tesbih, tahmid edecek dil ver bize Ulu Mevlâm, anlayış ver.
Oku can dostum, oku! Kardeşim oku! Dervişim oku! Þuur ve tefekkürünle oku! Bu kâinatın inceliklerini, bu nizâm-ı âlemi, bu güzel düzeni, Huda’nın hikmetlerini, sonsuz nimetlerini akl-ı selim ile tefekkürle oku. Yalnız kâğıttaki yeterli değil. Kâinat kitabını oku. Neye baksan, seninle konuşuyor, sana bir şeyler söylüyor. Yaratandan haber veriyor. Eserden müessire doğru bir yol, bir pencere açılıyor.
Akl-ı selimle tefekkürle hikmet gözüyle baktığın zaman her şey seninle muhatap olup Hakk’ın birliğini ilân edecek, izhâr edecek.
Allah dervişanımıza, can dostlarımıza bu istidadı, bu kabiliyeti ihsan eylesin. Amin!
Ulu Sultan!
Þu insanoğlunu ne kadar güzel yaratmışsın. Kendinle süslemişsin. Sıfatınla giydirmişsin. İnsanı kendine muhatap seçmişsin. “Bütün kâinatı insan için, insanı kendim için yarattım.” diye buyuruyorsun.
Ey şükrünü bilen, Rabbisine kulluk eden, kadere rıza, emre itaat edenler.
Þuhud ve tefekkür üzerine olan, yaratılış gayesini bilen, kadere rıza, emre itaat ile Hak yolda yürüyen, Kur’an-ı Kerîm’in ikiz kardeşi dostlar!
Allah’ın Resûlü’ne kardeş seçilen, emre itaat, telkine sadâkatle ihdinas sıratel müstakimden giden dostlar.
Kur’an-ı Kerîm’e muhatap seçilen, al denileni alıp at denileni atan, emrolunduğu gibi dosdoğru yürüyen kardeşler.
Ender fenâdan geçip Hakk’ı diyet eden, kesret-vahdet tevhid eden, halkın yüzünden Hakk’ı seven, bu ilâhî kuvvetin içerisinde mânevî mesuliyetini idrak eden canlar.
Velâyette velilerle nübüvvette nebilerle haşrolan, Kavseyn’de Hak dostlarla sohbet eden zat-ı muhteremler!
Bu ilâhî nizamla, sayısız nimetler ihsân olunurken, insanoğluna bu sonsuz hizmetler olurken, şu insan kulluk görevini, hamd etmesini, şükretmesini bilecek. Rabbisine tenezzül tevâzu ile dua edip şükrünü edâ etmesini bilecek.
Daima şuhud, tefekkür üzere olabilmesi için, Rab- bisine dua ve niyâz edecek. Günden güne aşkı, iştiyakı, zevk u safası artacak. İki günü aynı olmayacak. Olursa zararda olur.
Ulu Yaratanım! Bu sonsuz lütuf ve kereminin karşısında, ikram ve ihsanının karşısında bize lâyık kul olmayı nasip et. Nasıl müteşekkir olacağımızı, nasıl dua ve niyâz edeceğimizi, nasıl şükür ve hamd edeceğimizi bize ikram ve ihsan et.
Ne kadar şükretsek, hamd etsek, kulluk etsek, yeterli olması mümkün değildir. Âciziz, âciziz, yolundayız, Hak Resûlün izindeyiz. Dua ve niyâzımız: Lâyık kul olmayı nasip et bize.
Allah bütün ihvanımıza, dostlarımıza idrak, kabiliyet, istidat ihsan eylesin. Amin! Amin! Velhamdu lillahi Rabbi’l-Âlemin.
14. 05. 2002