Allah ve Resûlü’nün itimadını
mezarlığın ötesine bırakmayın!..
Mezarlığın Ötesinde mi?..
Allah’ı mezarlığın ötesine bırakmayınız. Cenâb-ı Hak: “Siz gelecekte nefs-i mutmainne olacaksınız.”demiyor.
“Ya eyyetühen nefsül mutmainne”[1] Ey mutmain olan insan, Rabbinize rücû ediniz. Rabbinize dönün veya vuslat edin.
Nefs-i mutmainne olanlar kimdirler? Nefs-i emmâreden, nefs-i levvâmeden kurtulmuş, Rabbisine vuslat için bir gelecek zemini kalmamış. Avam-ı nâs gibi vusleti mezarlığa bırakmayın.
“Kad eflâhel mu’minûn” [2] Tahkîk müminler felâh buldular. Bulacak demiyor. Nasıl felâh buldular? Müfessir, zâhir ulemâ diyor ki: “Tahakkukuna binaen bulacak diye Allah buldu diyor.
Bulmadan buldu denir mi canım! Bir şeyi bulmadan buldu denir mi?
Kad, tahkîk, eflâhe, felâh buldu. Kim? El mü’ minûn. Mü’minler. Hangi mü’minler felâh buldular?
Nispet fiillerinden, şirk olan ef’alinden, nispet sıfatlarından, şirk olan sıfatlarından, nispet vücutlarından, şirk olan vücutlarından kurtuldular. Fenâfillâha uğradılar. Zât-ı Hakk’a mazhar düştüler.
Cenâb-ı Hak onlara "Ya eyyetühen nefsül mutmainne.” âyetiyle tecellî etmekte. Onlar Rabbisine vuslatın zevk u sefâsında. Onlar için atmayın hesabı, vuslâtı mezarlığın ötesine. Allah ve Resûlü’nün itimadını mezarlığın ötesine bırakmayın. Allah ve Resûlü’nün itimadını, bu tende iken bileceğiz, yaşayacağız, zevk edeceğiz.
Onlara Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey îmân edenler sizin için korku ve hüzün yoktur.”[3]
-Kimdir onlar?
-Nefs-i mutmainne olanlar.
-Kimdir onlar?
-İtimat kazananlar.
-Kimdir onlar?
-Sevgi kazananlar. Emrolunduğu gibi doğru olanlar. Sırat-ı müstakîmde doğru yürüyenler.
“Gönül şehr-i sarayında gözüm gördü dilârayı” Bakınız bir çok kapılar açılır. Ama gönül şehrine girebilmek! Gönül şehrinde sevgili vardır. Gönül makamı vardır. O makâma Hz. Musa girerken “Ya Musa Fah’la’na aleyk”[4] Soyun, nalınlarından!
-Nelerden?
-Nispet fiilinden, nispet sıfatından , şirk olan varlığından, benliğinden, şirk-i hafinden, şirk olan vücudundan soyun. Mukaddes vâdiye giriyorsun.
Hz. İsa bu makâmda Ruhullah oldu. İsa’nın Ruhullah makamı burası. Gönül şehrinde sevgiliyi gördüm ben. Bu makâmda “fe eynema tüvellû fesemme vechullah. [5]Nereye dönersen Hakk’ın vechinden başka bir şey yok.
-Hangi makamdır o?
-Zatından zatına tecellî ettiği zaman. İnşaAllah.
Biz de geleceğe atıyoruz, inşaAllah göreceğiz. Çünkü şu anda ne merâtibimiz, ne de makâmâtımız buna mâlik değil. Yâni onlara daha zamanımız var.
Evet! Nice inkâr edem zahit ki gördüm ben o bedrâyı. Þimdi âşık, ârif insan nasıl inkâr edeyim zahit! diyor.
Sen bana diyorsun ki:
“Melâmeti inkâr et, değilim de melâmi”
-Nasıl inkâr edeyim! Gönül şehrine melâmetle girilir. Sevgiliyi gördüm ben, sen inkâr et diyorsun. Nasıl inkâr edem hâkim ki gördüm ben o bedrâyı. Ayın on dördünü ben gördüm. Eksiksiz bedir olmuş.
“Benim ilm-i şuhûdumdan hep âciz kaldı âlimler.”
Öyle ilimler var ki: ilm-i sarf, ilm-i nahiv, ilm-i ma’ni, ilm-i mantık, ilm-i akaid, ilm-i usûl... Bir çok ilim, zâhir ilmini oluşturan. Amma, bir ilim vardır ki, şuhûd ilmi, tefekkür ilmi, mânâ ilmi.
Benim ilm-i şuhûdumdan diyor, benim ilm-i akaidimden demiyor. Benim ilm-i usûlümden demiyor. Benim ilm-i kavaidimden demiyor. Benim mânâ ilmimden, şuhût ilmimden hep âciz kaldı alimler. “Anın çün kaldılar mahçup, görünmez derler Allah!”
Gerek âlim, gerek zahit nefsine gururlu, benlikli, ilmiyle şirk eden nerden bilsin? Ki bilmez nefsini tahkîk.
-Kim bilir nefsini tahkîk?
“Men arefe nefsehu fakat arafe Rabbe” . [6 men arefe (kim ârif oldu) Nefsehu (nefsine, nefs-i zatiyede ârif oldu.) Fakat arafe Rabbe (Rabbini orda bildi.)
Bildi ki enfüste âfâkta, suver-i berzâhiyede tecellî eden fâil-i mutlak Allah. Onlar bildiler, nefsine ârif oldular. Kim nef- sini bildi, Rabbini bildi. Enfüste âfâkta, gören görünen zat-ı Hakk’a mazhar oldular, zatına mazhar düştüler.
-Tahkîk, mutlak olarak kim bilir?
-Ârifler bilir, ihvân bilir. İlmi evraktan alanlar bulmadı Fehmi reşat. İlmi Hak’tan almış, mutlaktan tevhîde biat etmiştir. Onların -ilmi evraktan alanların- îmânı hep taklit. Eder inkâr ev ednâyı. Ev ednâ makâmlarını, merâtib-i tevhîdi, makâmât-ı tevhîdi bilmediği için inkâr eder.
“Gel ey Fehmi vücudunda eser bırakma varlıktan”
Varlık, nispet olarak benlikten, şirk olan varlıktan zerre kadar eser bırakma.
“Fenâ ender fenâ ol kim sivâsız gör müsemmayı.”
Yokluğu da yok et. Yokum deme. Yokluk da kalksın aradan. Sevgiliyi perdesiz, apaçık gör.
-Nerde?
-Makâm-ı Ehadiyetinde. Gönül makâmında. Sırr-ı fe ey- nema’da.
-Kim girecek oraya?
-Allah ve Resûlü’nün itimadını kazananlar.
Diyor ki âyet-i kerime: Ey nefs-i mutmainne olan insan! Rabbinize vuslat edin.
Bakınız “Eğer Allah’ı seviyorsanız diyor Cenâb-ı Hak,
fettebiuni [7] Muhammedime tabi olun. yuhbibkümullah Allah da sizi sevsin. Burada Allah ve Resûlü’nün itimadını kazanmak! Allah’ın itimadını desek yeterli değil. Lâ ilâhe illallah. Eyvallah.
Ama Allah şart koşuyor: “Beni seven Muhammedime tabi olsun.” Çok incelik var burada. “Bana tabi olun.” demiyor. Muhammediyette ölçü var, ayar var, nizam var, intizam var, ahlâk var, ahkâm var. Hep Muhammediyette bunlar. İnşaAllah bunları makâm olarak, mertebe olarak göreceğiz.
-Onun için Allah ve Resûlü’nün itimadını kazananlar kimlerdir?
-Nefsine ârif olanlardır.
-Kimlerdir?
-Mukaddes vadiye girme hakkını kazanabilip varlığından, nâm u nişânından eser kalmayanlardır.
H. Fehmi Efendi ne diyor:
“Gel ey Fehmi vücudundan, eser bırakma varlıktan.”
Eser, yâni nispet fiil, nispet sıfat, şirk benlik. Fenâ ender fenâ ol ki sivâsız gör, perdesiz gör sevgiliyi. Zandan, evhâmdan, hayâlden kurtul.
24. 07. 1985
[6] Keşfu’l-Hafâ, II, 262