TD Menü
 Anasayfa
 Sohbet Videoları
 Sesli Sohbetler
 Sohbetler
 Sesli
 ilahiler
 Mektuplar
 Hatıralar
 Öz Geçmişler
 İletişim
Mart 30, 2005 05:03 S CST

Yürü yavrum Hak Rasulün izinden yürü

14259 Okunma
  Bu Sayfay Yazdr   PDF Dosyas Olutur   Bir Arkadana Gnder


04. 02. 2001

Ehl-i sünnet olmayanlar, Melâmi olamaz.
         Kur’an yolundan gitmeyenler huzur bulamaz.

Þeriatı  olmayan,  Hakikata  eremez.

Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

 

         Ehl-i Tevhît helâlle, harâmı fark edendir

         Bunları fark ettiren de Kur’an-ı Kerim’dir.

         Kur’an-ı Kerim peygamberin mu’cizesidir.

         Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

 

Huzuru, Hak Resûl’ün yanında bulacaksın.

Emrolunduğun gibi dosdoğru olacaksın.

Nispet varlıkları Hak emriyle atacaksın.

Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

 

         Ulu Mevlâ’nın haremine aşkla girilir.

         Sevgiye mazhar olanlar, elbette sevilir.

         Halde tevhît edenlere “Buyurun!”denilir.

         Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

 

Kurb-u ferâizi, nevâfili bulacaksın.

Makâmat-ı tevhîti aşkla yaşayacaksın.

Kur’an’ın hikmetlerini böyle çözeceksin.

Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

 

 

         İçin, dışın abdestli, tertemiz olacaksın.

         Uzaklarda sandığın kendinde bulacaksın.

         Dil tarif edemez, hâlini yaşayacaksın.

         Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

 

Hak mürşidin telkîni yolları açacaktır.

Gaflet perdesi kalkar, göz Hakk’a bakacaktır.

Enfüs, âfâk bir vücut,  gayrı ne bulacaktır?

Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

 

         Vahdet kesret bir oldu, bunu edelim şuhûd.

         Kulluk bizim şanımız, gelin edelim sücûd.

         SABRİ, miraç edenler, ederler hep teşehhüd

         Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü !

                                                             18. 6. 1993

 

Ehl-i sünnet olmayanlar, Melâmi olamaz.

Bir var kurb-i ferâiz, bir var kurb-i nevâfil. Kurb-u nevâfil, sünnettir. Yani Hazretü’l-Cem zevkiyle kul olamayan, Hz. Muahmmed’i enfüsünde taşımayan, sırrına sırdaş olamayanlar, Muhammedî olamazlar. Tafsilâtı bilmeyenler, helâli harâmı fark etmeyenler, ahkâm-ı şer'iyye, ahlâk-ı Muhammediye ile giyinmeyenler melâmi olamaz.

Biz silkelenme yapıyoruz. Ehl-i sünnet diyerek Muhammediyetimizi izhar ediyoruz. Bu  nasıl bir koruma, nasıl bir hatları çizme! Bu güzergahın içerisine rasgele olmaz...  Orası edep. Baş ifade değil mi: Ehli sünnet olmayanlar melâmi olamaz! Biz de melâmiyiz diyen masonikler, ahkâmsızlar, erkânsızlar, edepsizler buraya giremezler.

Kur’an yolundan gitmeyenler huzur bulamaz

Huzura çıkamaz. Vuslat-ı yârla halvet olamaz. Yol, ihtinas sıratel mustakim. Ne kadar güzel! Kur'an yolu. Bize Kur'an-ı Kerim’in hem zahirî yolu,  hem batınî  yolu. Biz Kur'an-ı Kerim’in bir tarafını alır da bir tarafını almamazlık edemeyiz. Cüzünden feragat küllünden ferâgattır. Biz Kur'an-ı Kerim’in virgülünden ferâgat edemeyiz. Biz bâtınını aldık, diyorlar.

Bizden olmayanlar diyorlar ki: “Biz onun hikmet tarafındayız. Biz onun kemmiyetinde değiliz. Orucunda, namazında, haccında, zekatında değiliz. Biz onun keyfiyet tarafındayız. Edep yahu!.. Biz muzu yeriz ama kabuğunu istemeyiz. O kabuğuyla olur. Onun ahkâmı kabuğudur. Þeriatı olmayanın, hakikatı mümkün değildir.

Kur'an’ın hem zahirî yönü, hem batınî yönü. O bir bütündür. Zâhiri yönü tafsilât-ı Muhammediyedir. Hazretü’l- Cem’dir. Ehl-i sünnet olandır. Bütün erkânı adâbı kendinde toplayandır. Bâtınî yönü de, hikmet yönü de kurb-u ferâizdir, Makâm-ı velâyettir.

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

[1] ¢é¨£ÜÛa ¢á¢Ø¤j¡j¤z¢í ó©ãì¢È¡j £mb Ï  é¨£ÜÛa  æ좣j¡z¢m ¤á¢n¤ä¢× ¤æ¡a ¤3¢Ó

 “Habîbim Allah’ı  severim diyenlere  söyle. Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun.” 

Ben onun hikmet tarafını, Allah tarafını alırım da peygamber tarafına, onun ahkâmına, onun icraatına ,onun muamelatına giremem diyor. Mümkün mü yahu! Allah diyor ki “Beni seven Muhammedime tabi olsun.

[2]7aì¢è n¤ãb Ï ¢é¤ä Ç ¤á¢Øî¨è ã b ß ë ¢êë¢?¢? Ï ¢4좍 £?Ûa ¢á¢Øî¨m¨a ¬b ß ë

“Ve mâ âtakümurresûlü fe huzuhu” Taraf-ı âliyemden habîbim neyi getirip alın dediyse, onu alın. Ben neyi verdimse onu alın demiyor Allah. Allah’ın dışında bir Muhammed, Muhammed’in dışında bir Allah arâmak gafillik işidir. Allah’ı Muhammed’i bir vücut görme arifiyettir.

Kur'an yolundan gitmeyenlerin huzur bulması mümkün değildir.        

Þeriatı  olmayan,  Hakikata  eremez, çünkü o hakikat o şeriatın içindedir. Mektup-zarf. Ben zarfı istemem, mektup isterim. Onun harem-i ismetidir, mahremiyetidir, onsuz olmaz o mektup.

Orada dört satırlık bir kıta okudunuz ve nihayet diyor ki “Yürü yavrum, sen, Hak Resûl’ün izinden yürü!” Bunu yazdık ki, bundan 50 sene, 100 sene sonra gelip  melâmete sızmalar olmasın, bizden olmayanlar, gayrı meşru olanlar girmesin diye. Cenâb-ı Hakk’ın bir lütüf, keremidir bunun yazılması.

Ehl-i tevhît helâlle harâmı fark edendir.

Ehl-i tevhît! Neyi tevhît ediyoruz? Allah ve Resûlünü. Tevhît etme, birleme. Ehl-i tevhît, velâyetle nübüvveti kavseynde tevhît ediyor, birliyor. Farzla sünneti vacipte birleştiriyor.  Ehl-i tevhît, şeriatla hakikatı bir vücut hâlinde görüyor. Ehl-i tevhît, helâlle harâmı fark edendir. Sen harâmı, helâl gibi şapur şupur yersen olmaz o. Ölçü, ayar, nizam ve intizam, helâlle harâmı fark etmektedir.

Bunları fark ettiren de Kur'an-ı Kerim’dir.

Bizim Kur'an-ı Kerim’e böyle sıkı yapışmamızın bir nedeni, Kur'an’sız kaldı bir devir. 59-60 senelerinde burada biz de melâmiyiz diyenler Kur’an’sız hareket ediyorlardı. Rasgele birkaç kelime söylüyorlardı, bu hadîstir diyorlardı. Hadîste yeri yok onların. Yalan yanlış Kur’an, indi mânâlar...

O bozuk düzende baktım adam fetva veriyor: “Kadına namaz farz değildir.!” “Sohbet olurken ibadete lüzum yoktur!” deyip fetva verenler, Kur’an-ı Kerim’den haberi olmayanlardır.

Kadına ne zaman farz değildir? Akıl baliğ değilse, aybaşı halindeyse, doğum halindeyse, doğum yapmıştır... Olmayacak zamanları vardır. “Kadın yemek yapıyor, çocuk büyütüyor, ona farz değil.” Küfürdür bu ifade. Kur’an-ı Kerim’in zâhirini bilmeyen, hakikatına hiç giremez zâten.

Kur’an-ı Kerim mu’cize-yi Muhammediyedir. Zâhiriyle, bâtınıyla hikmetler hazinesidir.

Huzuru, Hak Resûl’ün yanında bulacaksın.

Bir soru sorarsınız: “Biz Hak resûlün yanına nerden varacağız da huzuru orda bulacağız. İzini nerde bulacağız da gideceğiz?”

1400 sene evvel Mekke-yi Mükerreme’de doğmuştur, 63 yaşında iken Medine-i Tâhire’de vefat etmiştir. Nasıl bulacaksınız izini? Nasıl zevk edeceksiniz? Nasıl yanına varacaksınız?

Peygamberin mânâ yönünü bulacağız, hikmetler yönünü bulacağız. Bıraktığı iz, ayak izi değildir. Sözüyle sohbetiyle kurb-i ferâiz, kurb-i nevâfiliyle, Kur'an’la, hadîsle ancak O’nun yolundan, izinden gidilir.

Huzuru, Hz. Muhammed’i lisâna getiren, tevhît eden, Allah ve Resûlünü tevhît edip meriyete getiren bir mürşid-i kâmilin yanında bulacaksın.

Allah o Hak mürşidin himmetini üzerimizden eksik etmesin. Velâyet sahibidir, kelâm-ı Hak’la sohbet eder. Nübüvvet sahibidir, Muhammediyetle sohbet eder.

-Biz şimdi ashâb değiliz.

-Tevbe tevbe yahu.

-Ashap değiliz demekle peygamberin o 63 senelik hayatında yanında değildik; mânâsında vardık. Ama Peygamberimiz (asv) “Hz. Adem toprakla su arasında çamur olduğu zaman ben nebi idim.”buyuruyor.

 Demek ki Hz. Muhammed’in bir evveliyatı var ki, hikmetler hazinesi, nûr-u Muhammedî. O hâlâ devam etmekte. Onun kesafetinden daha kıymetlidir onun letafeti, bizden size konuşan yönü. Allah o Muhammediyetten bizi mahrum etmesin.

Ehl-i tevhît diyoruz ya! Madem mânâsı, hikmeti, hakikatı ortada yoksa, nasıl ehl-i tevhît olacak insan? 

Yürü yavrum, sen, Allah ve Resûlü’nü tevhît etmiş, meriyete getirmiş, velâyette Hakk’ın tecellisinin mazharı, yani kurb-i ferâizi zuhûra getirmiş, kurb-i nevâfili zuhûra getirmiş bir Hak mürşidle yürü.

Ehli sünnet olmayanlar, melâmi olamaz. Allah ve Resûlü’nü tevhît etmiş velâyetiyle, nübüvvetiyle. Kavseyne getirmiş. Huzur, Hak resûlün yanında, başka yerde huzur yok. Huzur orda, sevgi orda, muhabbetullah orda. O zaman peygamberi görüp de ashab olmayanlar, ama bugün O’nun mânâsıyla haşir neşir olanlar.. Ben onlarla değişir miyim?.. Allah bize bu yönde anlayış versin, ilham versin, feyiz versin.

Emrolunduğun gibi dosdoğru olacaksın.

Ben sorarım size: Siz nasıl emrolundunuz? Cân mürşidimiz emir verdi, zikr-i daimiyi verdi. Nispet fiilden fiilullaha geçeceksin. Nispet fiili at. Atar mısın yok! At. Nispet sıfatı at, sıfatullahın mazharı ol. Nispet vücudu at, vücudullahın mazharı ol. Zât-ı Hakk’ın mazharı. Nerde emrolundun? Cân mürşidin himmet etti. İhdinas sıratel mustakim. Sırat-ı mustakimden yürü, gayrullahtan çek elini. Bir âyet vardır:

[3] p¤?¡ß¢a ¬b à × ¤á¡Ô n¤b Ï “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” Onun hakiki manası “Mürşid-i kâmile cân ı gönülden bağlan.” Allah Hak mürşidin himmetini üzerimizden eksik etmesin!

Nispet varlıkları Hak emriyle atacaksın.

Nispet fiilden, nispet sıfattan, nefsânî  olan gayrıyetten kurtulup, nispet varlıklarını, perde olan varlıklarını, seni uzak gösteren, gayrı gösteren varlıkları Hak emriyle atacaksın. Mürşidi Hak bil Hakk’ı seversen. Hak dedik mi nerde Hak bulacaksınız? Hakk’ın emrini nerden alacaksınız?

Bana Hakk’ın emrini cân mürşidim söylerdi. Kelam-ı Hak’la söylerdi.

“Talibi bu sözü kendinden demez

Kelam-ı Hak ile söyledi meğer.”

Benim mürşidim diyor ki: “Arkamda başka bir şey arâmayın.”  

Allah duvardan konuşmaz. Hak, emrini kendi lisânıyla ifade etmekte, konuşmakta. İsterim ki, siz de kelâmı Hak’tan duyasınız. İyi olur değil mi? İnşaAllah!

Onun izi, ahkâm-ı şer'iyye, ahlâk-ı Muhammediye! O’nun izi, ilm-i tevhît, ilm-i hakikat, ilm-i ledün, mânâ ilmi.

         Ulu Mevlâ’nın haremine aşkla girilir.

Aşksız, muhabbetsiz olur mu derviş? Harem-i ismete gireceksin, sevgiliyle hemdem olacaksın, aşk çok önemli. Harem-i ismette âşık maşuk, buluşur, bilişir,

Ulu Mevla’nın haremi, makâm-ı velâyetidir. Hak ile Hak olma yeri. Vusleti yârla halvet olma yeri. Ulu Mevlâ’nın haremine aşkla girilir, aşksız  olmaz.

Sevenler sevilirler. Ne mutlu! Halde tevhît edenler! Biz gelecekte mi tevhît edeceğiz yoksa şimdi mi? Geleceği yakalayamıyoruz, hep ileri gidiyor. Ama hâli yakalarsak, hem geleceği hem geçmişi yakalamış oluyoruz. Çünkü geçmiş de halden geçecek, gelecek de hale gelecek. Hâli yakalayalım. Hâlde tevhît edebilme. Kelam-ı Hak’la sohbet edebilme. Allah’ın nuruyla nazar edebilme. Sohbeti Hak’tan dinleme. An kemâ kan. Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem. Önemli olan kesafetten letafete geçip, halde tevhît edebilme.

Hâlde tevhît edenlere buyurun, size perde yok. Len terani yok, Hz. Musa’ya dediği gibi. Allah Hak mürşidin himmetini üzerimizden eksik etmesin! 

O ilham, emir senden, söz senindir. Çok önemli. Bu izden gitmezsen, hâle ulaşamazsın, harem-i ismete giremezsin. Vuslat-i yarla halvet edemezsin. Zevk u sefasına eremezsin, O’nun izinden gitmedikçe. Yani merâtib-i tevhît, makâmât-ı tevhît. Onun izi ahkâm-ı şer'iyye, ahlâk-ı Muhammediye.

Kurb-u ferâizi, nevâfili bulacaksın.

Kurb-u ferâiz, farzla vuslat. Nevâfille kurbiyyet, nafilelerle vuslat. Onun izinden giderken kim götürür? O izden gene kendi götürür. Onun vekâletini yapan mürşitler getirir. Kurb-i ferâizi, makam-ı velâyet, kurb-i nevâfili, makam-ı Hazret bunları aşkla yaşayacaksın.

Kur’an’ın zahir yönünü tefsirlerle çözersin. Arapça grâmeri iyi bilen, onun zahiri mânâsını çözer. Kur'an’ın hikmetlerini, ilm-i hakikatini, hikmet ilmini merâtib-i tevhît, makâmât-ı tevhît ile çözeceksin. Kurb-i ferâiz, kurb-i nevâfilin zevkiyle.

Makâmât-ı tevhîti aşkla yaşayacaksın. Tevhîtin makamlarını aşkla yaşayacaksın. Nedir o aşkla yaşanacak olan?

[4] 6¡é¨£ÜÛa ¢é¤u ë  £á r Ï a좣۠ì¢m b à ä¤í b Ï “Fe eynema tüvellu fesemme vechullah” Nere dönsen Allah’ın cemâli. Bunu aşkla yaşayacaksın. Tafsilât-ı Muhammediyede zâhiri halk ile bâtını Hak şuhûduna ereceksin. Kur’an’ın hikmetlerini mürşid-i kâmilin telkîniyle, merâtib-i tevhît, makâmât-ı tevhît ile çözeceksin. Hikmetlere râm olacaksın. Allah Hak Resûlün izinden ayırmasın.

İçin, dışın abdestli, tertemiz olacaksın.

Öyle bir sahneye giriyorsun ki, Hz. Musa’ya

[5] 7 Ù¤î Ü¤È ã ¤É Ü¤b Ï “fahla’na aleyk” Nalınlarını çıkart, dendi. Dikkat et! Nalından maksat, düşünceni, beyninde Hak’tan gayrı ne varsa at, varlığından, benliğinden soyun, mukaddes vadiye geliyorsun. Hem için hem dışın abdestli olacak.

İçin abdestli, nispet fiil yok, nispet sıfat yok, gayrıyet yok, pırıl pırıl tertemiz. Zikrullah ile nispet fiilden fiilullaha geçmiş, nispet sıfattan sıfatullaha geçmiş, nispet vücudundan soymuş onu mürşid-i kâmil, zât-ı Hakk’ın mazharı kılmış. İçin Hak ile tertemiz, zikrullah ile. Dışın boy abdestleriyle, ahkâm-ı şer'iyye ile.

Peygamber mi’raca davet ediliyor, hemen kalkıp abdest alıyor.

Uzaklarda sandığın kendinde bulacaksın.

Başka ifade kullanamıyorum. Yüksek tahsilli birisi değilim. O kadar iyi bilmiyorum. Ne kullanayım şimdi? Kimisi Tur-u Sina’ya gitmiş, kimisi göklere çıkmış, bir yerlerde aramışlar. 

[6] ¡?í©? ì¤Ûa ¡3¤j y ¤å¡ß ¡é¤î Û¡a ¢l ?¤Ó a ¢å¤z ã ë “ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verîd.” Biz şah damarından daha yakınız. Uzaklarda sandığın kendinde bulacaksın.

Kendini nerde bulacaksın? Kendini “men arefe nefsehu fakat arafe rabbe” nefsine ârif olacaksın. Kendini kendinde bulacaksın. Kendini velâyette bulacaksın. O makam-ı velâyette, enel Hak sırrına ermede, kendini bulacaksın. Kendini zâhiri halk ile bâtını Hak olmada, tafsilât-ı Muhammediyede bulacaksın. Ademiyette bulacaksın. “El halku hüvel Hak” sırrının mazharı olacaksın.

İçin dışın abdestli tertemiz olacaksın. Sen mukaddes vadiye giriyorsun. Dünyâ ile girilmez, ukbâ ile girilmez. Dünyân var, dön, ukbân var, ahiretin var, cennetin var, günahın, sevabın var, dön. Olmaz! İçin dışın tertemiz gayrullahtan. Vuslat-ı yarla halvettesin, celvettesin, dost ile vuslettesin. Nere gitseniz bunu başka türlü söylemiyecekler, onlar da bizim gibi söyleyecekler. Biz o insanı öyle bir yere getiriyoruz ki... Vuslat-ı yarla halvete getiriyoruz. Halvete giren kişinin elbetteki içi de dışı da tertemiz. Öyle bir sultanın haremine giriyorsun ki, kalplere şahit. Ve yuşidullaha ala mafi kalbi. Öyle bir mukaddes vadiye geliyorsun ki Hz. Musa’ya   “soyun!” dendi.

Uzaklarda sandığını kendinde bulacaksın. İlikten, damardan, cândan içeri vuslet edeceksin. Uzaklığı kaldır aradan. Çünkü boşluk yok ki uzaklık olsun!  Vallâhu muhit. Allah’la boşluk yok ki! Uzaklarda sandığın zannın, evhamın kalkacak aradan. Ama için dışın tertemiz ol ki, bu harem-i ismete, bu halvet-i yârla vuslete, bu hikmetler hazinesine giresin.

Men aref sırrına er, ko gafleti,

Gör ne remz işler bu insan sureti

Haşri neşri tamuyu hem cenneti

Gayre bakma sende iste sende bul yahu.   

Dil tarif edemez, hâlini yaşayacaksın.

İşte zâten evlâdım, tevhît ilmi, hâl ilmidir. Ben neyi tarif edeyim, kimi kime anlatayım? Bir tarif istiyorsan benden buraya kadar artık. Birşeyler söylenir. Bîhuruf u lafz u savt sohbet bilen anlar bizi. Dil tarif edemez artık, dil kalkar aradan.  Kelam yok burada, ifade yok. Bunun hâlini zevken halen yaşayacaksın.

Bu kişiye sen neyi vadedebilirsin? Gelecek mi va’dersin, geçmişten mi haber verirsin? Dil tarif edemez... Hâliyle hâllenip zevkiyle zevkiyap olma, Allah bütün ihvânımıza nasip eylesin.   Bu hikmetler, bu hakikatlar, bu vuslatlar bunlar hep Hak Resûlün izinde. Bu erkanda, bu âdâpta.

 Hak mürşidin telkîni yolları açacaktır.

Daha açık bir ifade geldi şimdi. O Hak mürşidin telkînidir, vuslatın yolunu açan, hâlvetin yolunu açan. O izde Hz. Muhammed’in yanına, özüne, mânâsına vuslat etmenin yolunu Hak mürşit açıyor. Þimdi tarife girmeyeceği anlatmaya kalkmayalım.

Biat-ı Hakk’ı Muhammedden kılanlar merhaba!

Gaflet perdesi kalkar, göz Hakk’a bakacaktır.

O telkîn gaflet perdesini kaldırıyor. Gafillik gidiyor, âriflik geliyor. Geleceği beklemek, bir gaflet perdesidir. O perdeyi kaldırıyor. Yürü hâl ehli ol! Nispet fiilden, nispet sıfattan, nispet vücuttan vucüdullaha geçmek! Zannı, evhamı, acabayı yıkmak. Göz Hakk’a bakacaktır.

Aç gözünü hikmetle bak.

Görünen değil mi Hak!

Enfüs âfâk bir vücut, gayrı ne bulacaktır?

Enfüs âfâkı bir vücut yapan cân mürşidin telkînidir.

Bakınız Hak resûlün izinden gidenlere ne müjdeler var! 

Vahdet kesret bir oldu, bunu edelim şuhûd

Ne yapalım vahdet kesret bir olduysa? Elhamdulillah! Ya rabbi şükür! Kesret vahdet bir oldu, bana ilân ediyorsun, yâni beni bana anlatıyorsun. Ne diyeyim sana şimdi? Allah razı olsun, sağol! Þuhût edebilme... Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muahmmeden resûlullah doğuyor, bunu şuhûd  edelim.

Kulluk bizim şanımız gelin edelim sücûd.

Zâten kesret ve vahdeti bir görenler, ancak rızaen sücûd edebilirler. Þahâdete ermişler, hikmetlere râm olmuşlar, perdelerden geçmişler. Sevmişler, sevilmişler, bir âlem olmuşlar. Þânımız kul olmaktır. Gelin secde edelim. Þükren secde bu zaman olur. Rızaen secde bu zaman olur.       

SABRİ, miraç edenler, ederler hep teşehhüd.

Mi’raç edenler, teşehhüd ederler, şahâdet ederler, vuslet ederler. Peygamber şahâdet makamına yükseldi de ettahiyyatu okudular Allahla.

Nasıl okudular? Vallahi çok iyi, işte böyle!.. Başka türlü okumadılar. “Essalatü miracü’l-mü’minin.” Miraç edenler,  dostun haremine girenler.  İşte hep miraçtan bahsediyoruz. Bütün dava, incelikler burada. Uruç eder, sohbet eder, şahâdete erer, hikmetlere râm olur, vuslat-ı yârla halvet eder.

Sonra? Kulluk bizim şânımız.

Dervişâna diyor ki bu zât-ı muhterem: Ne kadar vuslet-i yârla halvette isek, celvette isek, zevk u sefâda isek, gelin zevken, rızaen, Allah rızası için secde edelim. Miraç edenler hep teşehhüt ederler, yani vuslat-ı yârla öyle bir halvete girerler ki, öyle bir şahâdete girerler ki, görerek, bilerek, yaşayarak, zevk u sefâsına ererek.

Yürü yavrum başka yerde yok selâmet, saadet. Öyle bir çizgi çizilmiş, öyle bir kale içine alınmış ki, bak nasılmış miraç?! Nasıl giden, kiminle giden? Sızıntılara yer yok. Bizden olmayanlar giremez. Yani Muhammedî olmayanlar giremez. Merâtip ve makâmât zevkiyle girilir.

Allah bize anlayış versin.

Âşık olacaksınız, sadık olacaksınız, ama illa ve illa ârif olacaksınız. Tevhît bir kişiye hayat nizamı, şahsiyet kazandırır. Hayat nizamını en iyi şekilde ayarlaması. Nizamlı, intizamlı yetişmesi. Tevhît o insanı insan-ı kâmil durumuna getirir. Sözü kontrollü ve murakabeli. Ölçüsüz ve ayarsız ağzından söz çıkartmayan.

Biz tevhîte intisap ettik ârif insan olmak için. Anlayışlı, her hâliyle örnek insan. İnsanın ayarını düşüren nefs-i emmaredir. İnsanın kıymetini sıfırlayan inattır, hasettir, öfkedir, gururdur, kibirdir. “Bırak şunu cânım insan değil!” Tabi değil! İnsan, tevhîdin sayesinde bütün nefsânî şeylerden arınandır. Kâmil insan, ekmel insan, mükemmel. Sözünde sohbetinde nefsânîyet yok. Hani ne demişler: “Söz bilirsen söyle de herkes sözünden ibret alsın, hisse alsın / Söz bilmezsen sus sus da seni insan sansınlar.”

İşte ağzımızdan çıkacak olan sözün kontrolünü murakabesini önceden yapmalıyız. Bir ehl-i tevhît niçin, niye, neden, hayır öyleydi, böyleydilere takılmaz. Bir ehl-i tevhît hâl sahibidir, düşünen insandır. Sözünde hikmet ve mânâlar vardır. Mânâsız, hikmetsiz söz, laf ve güzaftır, hiçbir şeye yarâmaz. Bizim dostlara tavsiyemiz günden güne derecelerini yükseltsinler, ayarlarını yükseltsinler. Tüketicilikten üreticiliğe geçsinler. Yani düşünen insan, tefekkür eden insan, ehl-i mânâ, ehl-i Hak, ehl-i irfan, kemâl ehli olsunlar.

Bu neyle olacaktır? Þu bir gerçek ki zikrullah ile! Zikren kesira, çok zikir yapacak. Bir hanede, bir insanda sürtüşme, sıkıntı, bunalım varsa zikir yoktur. Zikrin girdiği yere hiçbir kötülük giremez. Işıktır o. Lâmba yandığı zaman karanlık gelebilir mi? Gaflet bir karanlıktır. Zikrullah onu kaldırır. Ey îmân edenler çok zikrediniz.

[7]  æì¢z¡Ü¤1¢m ¤á¢Ø £Ü È Û a¦?î©r ×  é¨£ÜÛa aë¢?¢×¤?a ë

  “Vezkürullahe kesiran leallekum tuflihûn” çok zikredin ki felâh bulasınız, huzur bulasınız, kurtuluşa eresiniz. Kurtuluşu, huzuru daima zikrullahta bulacağız. Bir insan vücudunda zikrullah varsa, nizamiyesinde nöbetçi vardır, yabancı giremez.   Dervişlerimizden istediğimiz şey, telkîne sadık olmalarıdır. Telkînin dışına çıkan, rayın dışına çıkmış demektir.

Âşık, sadık, ârif insan olacaksın. Kiminle görüşsen, bir çocukla görüşsen dahi o çocuğa konuşman gene çok dikkatli, ölçülü olmalı. Bu çocuktur, ne olacak, dememek! Sen onunla ayarını bozmayacaksın. Daima nizam ve intizam üzerine. Ehl-i tevhît, tevhîdin ehli, Hakk’ın ehli demektir, ehlullah demektir. Allah’ın ehli olma! Allah onun güvenini üzerine alıyor. Benim dostum diyor, benim ehlim.  Sevdiğim kulumun dili olurum, gözü olurum, kulağı olurum, eli ayağı olurum. 

Kimdir sevdiği kul? O’nun ehli olanlardır. Allah’ın sıfatlarını rızası üzerine taşıyanlardır. Kimdir Allah’ın ehli? Fenâfillahtan süzülmüş, Hakk’ı diyet etmiş.

Günden güne kemâlimizin tecelli etmesi, aşkımızın, zevkimizin, muhabbetimizin tecellî etmesi. Günden güne farka gelebilme.

İnsanlar arasında bir tartışmaya girildiği zaman beklemeyin ki, o insanlar sizi idare etsin. Beklemeyin ki, onlar sizin seviyenize çıksın da sizinle mutabakat sağlasınlar. Siz idare edeceksiniz. Onların eksik hareketlerinden ötürü, onları kırmayacaksınız. Onlara, suçlu diye damgayı alınlarına vurmayacaksınız; suçunu sileceksiniz.

Düştüyse, kaldıracaksınız, kalkarsa, “sen kalktın, istidadın, kâbiliyetin vardı.” Ben kaldırdım, yok!  Kişiyi suçlamakla, eksik görmekle bir yere varamayız. Kişinin eksikliğini örtebilme, affedebilme. Onu düştüğü bataktan kurtarabilmek için, onun iyi taraflarından bahsedeceksiniz: “Siz kâbiliyetlisiniz. Siz bu işi halledersiniz!” Düşene, düştün demek olmaz. Çamurlanmış insan, pislenmiş, “Sen pissin!” denmez. Onu kaldırabilme.

Bizim görevimiz afta yarışma, sevgide yarışma, tevazuda yarışma, iyilikte yarışma! “Sensin pis!” diyecek. Niye dedirtiyorsun kendine pis? Belki de arkasından küfredecek.

Biz idare eden olacağız; idare edilen değil! Öyle bir duruma düşüp de idare edilmeye muhtaç olursan, ehl-i tevhît olamazsın. Arkadaşlar arasında sevgi gösteren, hoşgörüyle tatlı dille muamele yapabilme. Görevimiz iyilikte yarışma. Halkın yüzünden Hakk’ı sevme. Kime cephe alacaksın? Halk, Hakk’ın gayrısı değildir. O bilsin bilmesin, sen bil!

Öyle tevazulu hareket et ki, öyle ihsânlı, ikrâmlı ol ki, ellerine kapanırlar. Hayat boyu kimse iyiliği mağlup edememiştir. Biz iyi insan, iyiliğin yanında olan, hoşgörülü, tatlı dilli olmalıyız. Allah ihvânımıza anlayış versin.

 ¤á¡è¡2ì¢ä¢u ó¨Ü Ç ë a¦?ì¢È¢Ó ë b¦ßb î¡Ó  é¨£ÜÛa  æë¢?¢×¤? í  åí©? £Û a

[8]ž¤? üa ë ¡pa ì¨à £ŽÛa ¡Õ¤Ü  ó©Ï  æë¢? £Ø 1 n í ë

Onlar ayaktayken, otururken, yaslanırken zikrederler, ve  yetefekkerûn, tefekkür ederler. Tefekkür ehl-i tevhîte verilmiştir. Olayları murakabe ve muhameke yapan ehl-i tevhîtdir.

            Allah rıza versin, sevgi versin.

Alâ resûlüne salâvât!

 

 

HACI BABA


 


[1] Âl-i İmrân, 3/31

[2] Haşr, 59/7

[3] Hûd, 11/112

[4] Bakara, 2/115

[5] Tâhâ, 20/12

[6] Kaf, 50/16

[7] Cum’a, 62/10

[8] Âl-i İmrân, 3/191



Telif Hakk © Tasavvuf Derneği
Tm Haklar Sakldr.


Kategori: Sohbetler
Anahtar Kelimeler: Yok
aretle: Share/Save/Bookmark

[ Geri Dn ]
E-Kitaplar
Bir Ayet

10.55. Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her þey Allah'ýndýr. Yine bilesiniz ki, Allah'ýn vâdi haktýr, fakat onlarýn çoðu bilmez.

[ Yunus Sûresi:55]

Anasayfa | Kur'an-ı Kerim | Videolar | İlahiler (mp3) | İlahiler | Hatıralar | Mektuplar | Sohbetler | Öz Geçmişler | Kullanım şartları

©2002 Tasavvuf Derneği Tüm hakları saklıdır.