Ayniyettedir safa
Kelâmla olmaz ifâ
Sabri ahde et vefâ
Her yüzden nazarım sen
Melâmeti anlatmak
Muhterem Dostlar!
Biz Melâmeti gerektiği gibi anlayamadık. Anladığımızı da anlatmaktan âciz kaldık. Koca bir ummanı bir kovaya doldurmaya çalıştık. Bu mümkünattan değil!
Melâmeti diğer tarîkatlar dizisine koyduk. Bu, tarîkatlar üzeri bir hakikattir. Tarîkatların en son ulaşacağı bir noktadır. Öyle bir hâldir ki dil tariften âcizdir. Dünya, ukba pazarından geçenler, Melâmîlerdir. Nefsini lev- metmiş, benliğinden geçip Hak benliğine ulaşmış. Hakk'ı diyet etmiş bu zat-ı muhteremler. Ehl-i hâl, ehl-i zevk, ehl-i mânâdırlar.
Kelâmın ifade edemeyeceği, yaşanılıp da anlatılamayan bir gerçektir, hakiki Melâmîlik. Dervişinin elinden tutar. Zikirle tefekkürle onu mânâ âlemine getirir. Harem-i ismete kor. Canda cânanla buluşturur, seviştirir. Hak dostlar, hep bu erkâna uydular, merâtib-i tevhid, makâmat-ı tevhid ile mânâ âlemine geçtiler.
Þimdi bana söylersiniz:
- Hani anlatılmazdı!.. Siz onu anlatıyorsunuz, bildiriyorsunuz.
A Canım!
Ben bana kadar anlatıyorum. Sakın ha!.. Tevhidi künhüyle (bütün esaslarıyla) anlatmak, “Bu, budur!” demek kimsenin haddine değil.
Melâmet, fenâ-yı tamda bekâyı bulmak, Hakk'ı diyet etmek, kelâm-ı Hak’la sohbet etmektir. Zatından zatına mazhar düşerek, velâyette velilerle nübüvvette nebilerle haşrolmak, kesret vahdet tevhid ederek mu- habbetullah etmektir Melâmet!
Bir ehl-i tevhidin yegâne gayesi, kesret vahdet tevhid etmektir. Bunu da bize Hak mürşidin telkinine sadâkat, emrine itaat kazandıracaktır.
Melâmet meşrebine giren, Hak mürşidin telkinine sadâkatle gönüller fetheder. Allah dostu, ehl-i mânâ, ehl-i hakikat olan zat-ı muhterem, uruç ve nüzûlü yaşamakta. Merâtib-i tevhidi, makâmat-ı tevhidi gezip zevk etmekte.
Bu zat-ı muhteremler, harem-i ismetin fahri üyesidirler. Bunlar öyle bir ehliyete sahiptirler ki bunlara yasak yok. Çünkü bunlar fenâ-yı tamda bekâyı bulmuş, Hakk'ı diyet etmişler. Yolları “Ev Edna”ya kadar açıktır.
Yine bana sorarsınız:
- Peki, buraya, nasıl ulaştınız?
Can Dostlarım!
Biz bu âli makamlara ulaşmayı tarif ediyoruz. Tarif, tevhid olmaz ki! Hâliyle hâllenmedikçe, zevkiyle zevkiyap olmadıkça, merâtib-i tevhidi, makâmat-ı tevhidi hâlde yaşamadıkça, “Ben de Melâmet’in sırrına erdim.” ifadesini kullanma hakkımız yoktur. Hâlde tevhid edenler, ederler hep teşehhüt.
Yine ben derim ki: Allah Hak mürşidin himmetlerini üzerimizden eksik etmesin! Bütün güçlükleri mürşidimin telkini kaldırır. Yeter ki sâdık derviş olalım. Yeter ki Hak dostların rızası ve telkini doğrultusunda hareket edelim de devri âlem olsun.
Mürşidinin aynısı olmayan, onu aynen yaşamayan derviş, nasıl bize yansıtacak?
Bana “İleri gidiyorsun!” deme. Hz. Ali (k.v.) Hz. Muhammed’e (s.a.) öyle hizmet etmiş ki “Ya Ali! Senin kanın benim kanım, senin etin benim etim, senin vücudun benim vücudum!” ifadesine mazhar olmuştur.
Hz. Muhammed (s.a.) : “Beni gören Hakk’ı gördü.” diyor. Peygamberimiz (s.a.) zatiyyûn zevkiyle Hz. Ali’ye aynen tecellî ediyor. O zaman Hz. Ali (k.v.) de: “Ene nâtıku’l Kur’an! Ben konuşan Kur’an’ım!” diyor.
Öyle bir tecellî, öyle bir zuhurat ki Hakk’ı zuhura getiren Hz. Muhammed (s.a.), aynı hâli, Hz. Ali’de (k.v.) yaşıyor ve yaşatıyor.
Bugün de mürşidinin aynı olmuş, onunla deşarj olmuş mürşidimin buyurduğu gibi:
Sen-ben, ben-sen olmuşuz hem
Budur bana himmet şeyhim.
Böyle, bütün mürşitler, birbirinin aynı olursa nereye dayanır? Elbetteki Hak Resûl’e ve Allah'a dayanır. Aynı intiba, aynı zevk, aynı yaşantı olmasaydı, mürşidim,
“Sultanların sultanıyız
Hûdur bizim huzurumuz
Hak’tır bizim zuhurumuz” diyebilir miydi?
Hâlde tevhid eden zat-ı muhteremler, görerek, yaşayarak, zevk ederek şahadet verdiler. O zaman ne güzel buyurdular:
“Ne maziyem ne müstakbel!
Hâlde tevhid edelim.”
Bu harem-i ismete girebilmek için, derviş, dünya, ukbadan geçecek. Fenâ-yı tamda bekâya erecek. Erecek de tapu ve senet sahibi olacak. Sözü senet olacak. Râbıta zevkiyle velâyeti kullanır, nübüvveti kullanır. Tevhidin hâliyle hâllenmek, zevkiyle zevkiyap olmak, şuhutta ve tefekkürde olmak ne güzeldir, ne güzeldir ne güzel!
Bu güzelliğe paha olmaz. Dil onu anlatamaz. Allah bütün dostlara harem-i ismetinin kapısını açsın. Aşkla zevkle muhabbetullah ikram, ihsan eylesin.
Gelin Dostlar!
Hâlde tevhid edelim. Þuhud üzre duralım. Sevelim, sevilelim. Sevgiye paha olmaz. Lisan onu anlatamaz. Yaşanılır da söylenemez.
Selâm, sevgi ve dualarımla Allah'a emânet ediyorum.
12. 07. 2005