Ey Dostlar!
Peygamber Efendimizi dinlediğimiz zaman bize kendisinden, Hulefâ-yı Râşidinden, Allah yolunda büyük mücadeleden bahsederek örnekler veriyor. Bizden ve dostlardan olmanın şartlarını gösteriyor. Allah’ın Resûlüne muhatap olarak neyi ve nasıl müdafaa edeceğimizi, iddia edeceğimizi utanıyor, yüzümüz kızarıyor bu hâlimizle.
“Ya Resûlallah! Biz senin Tevhîd eden vârisleriniz. Ledün İlminin tâlipleriyiz. Açtığın ve yürüdüğün yoldan emrin ve rızan doğrultusunda geliyoruz” söyleme cesaretini bilmem ki kendimizde nasıl bulacağız?!.
Silkelenmenin zamanı gelmiştir. Bütün insanlık Melâmet’ten bir hizmet bekliyor. Bütün insanlık, huzur, saadet, sevgi ve muhabbet bekliyor. Zâhir ilmin âlimlerinin bu ihtiyaca cevap vermeleri mümkün değildir. Hikmet ilminin, bâtınî ve mânâ ilimlerinin gerçek vârislerine şiddetle ihtiyaç vardır.
Bu dönemde, bu görevi yerine getirmek, bu hizmeti verme görevi Allah ve Resûlü tarafından bizlere tevdi edildiği hâlde, biz bunun anlayışı, idraki içerisinde olabilsek çok ağlar, az gülerdik…
Görevini yapamamış, mesûliyetini idrâk edememiş, vâris olduğu hâlde mânâyı ihmâl, maddeye takılmış…
Bu hâlinizle mi bizi tevhîd edeceksiniz? Bizi sevip ve bize sevileceksiniz?
Ahmet Efendi Hazretleri:
“Derviş gönlüme aşk düşene derler
Aşksız, muhabetsiz olur mu derviş?
Dervişi ezelden çün Allah sevmiş.”
Düşünüp bu mısraları değerlendirdiğimiz zaman kendimizi bilmem nereye koyacağız?!..
“Yükselin arşa kadar, mamure edin dört yanı
İcâbında dönmeyin ölün birbiriniz için”
Bu ilâhî emirleri ve ilâhî tebliğleri tekrar tekrar okuyalım. Bunların makâmında, nâğmelerinde kaldık, okuduk geçtik. Tekrar tekrar okuduk, ama ne fayda… Mânâsına giremedik. Ve yine giremiyoruz.
Arşa kadar yükselmek, dört tarafı mamur etmek, güzel ahlâkıyla, ahkâmıyla, yaşantısıyla, Hakikat-i ve Tafsilat-ı Muhammediyesiyle halka hizmet vermenin, halkı sevmenin Hakk’ı sevmek olduğunu bizlere bildiriyorlar. Üstadlar, yaşıyorlar, aynı yaşantıya bizleri de davet ediyorlar. Ne mutlu duyabilene, anlayabilene, ne mutlu dâvâya, hizmete iştirak edebilene!
Þimdi, deriz ki:
-İşte bir mektup geldi. Okuduk. Mektuplar umuma yazılıyor, şahsıma değil ki… Bundan bana nasip ne kadar düşer!
Ve hiç bundan, bu mektuplardan, Efendimizin ilâhîlerinden hissedar olamayanlar, fehmedemeyenler ağlamalı, üzülmeli. Hadîs-i Þerifler de, Kur’an-ı Kerim de mü’minlere umum olarak inzâl ve ikrâm olunmuştur. Þahsını bununla alâkalı gören kişiler, saadet selâmete ermiştir. Ama illa da özellik istiyorsak…
Peygamber Efendimiz: “Ey Mü’minler! Ey Hak Yolunda Yürüyenler! Allah ve Resûlünün Davetine icabet Edenler!”
O günkü davetle bu günkü davetin arasında bilmem ki nasıl fark yaparız?… Kelâm Hakkın, ilim-irade Hakkın. Zâtıyla, sıfatıyla bu âleme her an hayât veren, bizi bizden murakabe eden, bize bizden hitap eden, velâyetinden âyetler izhar eden, nübüvvetinden Hazret-i Muhammed Mustafa’sını zuhûra getiren…
“Yürü, hâl ehli ol, kali n’edersin?” diyen âşıklar gibi.
Allahım! İstidadımızı, kabiliyetimizi, anlayış ve düşüncemizi rızan üzerine genişlettir. Ledün ilmine vâris olacak kâbiliyeti bize ver. Allah ve Resûlüyle muhatap olmanın aşkı, iştiyakı, mânevî mesuliyetini bize ihsân et Allahım. Bizi bize bırakma. Sevgili Habibinin hürmeti için elimizden tut.
Muhterem Dostlar! – Ayrım yapmak istemiyorum – Þeyhler! Efendiler! Hoca Efendiler! Yüksek Tahsilliler! Öğretmenler! Öğrenciler! HanımKardeşler! Amirler! Memurlar! İşçiler!Emekliler! Esnaflar! Zeningler! Orta Hâlliler! Fakirler! Köylüler! Kentliler! Þehirliler!..
Her şeyden Önce Mü’min Kardeşlerim!
Herkes kendi ünvanıyla değil, mü’minlik ünvanıyla iftihar edecek. Herkes kendi ünvanından soyunup, Lâ ilâheillallah Muhammedün Resûlullah ünvânında mü’min kardeşliğini yaşayacak. Allah ve Resûlü’nün rızasını böylece kazanmış olacaktır inşaAllah.
Duygu bir, düşünce bir. Tevhît kazanında kaynamış, yek vücut hâline gelmiş, birbirinden ayrılması mümkün olamayan, Hazret-i Muhammed Mustafa’nın mümin kardeşliğinde birleşen!… Bu, şereflerin, meziyetlerin en yükseğidir. Üstünlük imânda, güzel ahlâkta, elbette ki takvâdadır.
Emre itaat, telkîne sadâkat, biatı, telkîni Hak’tan alan, kesrette vahdeti, vahdette kesreti zevk eden, duygu ve düşüncesiyle Hakk’ı-bâtılı fark eden, mürşidinden alacağı emirle hizmet için hemen hareket edebilen şuurlu, anlayışlı kardeşlerimden mektubuma cevap bekliyorum. Bundan evvelki sohbet mektuplarıma cevap beklemezdim. Birkaç defa okunması herhâlde faydalı olacaktır.
Cevap yazmak isteyenler kendi kalemleriyle kendileri anladıklarını dile getirsin. Hem en yakınlardan hem de en uzaklardan cevap yazanlar bizi sevindirirler. İnşaAllah cevaplarınız ikinci mektubumun yazılmasına vesile olacaktır.
Selâm, sevgi ve muhabbetle sizi ve aile birliklerinizi, dost ve yakınlarınızı Allah'a emânet ederim.
Mektubuma hanım ihvândan ve bütün ihvândan cevap bekliyorum. Cevaplar dosyamda kalacak veya bir kitap olacaklar.
29. 07. 1989