Sevgili Dostlar!
Hak mürşidin yolunda, telkinininde hiç gayriyet yok. Gelin, siz-biz diyerek ayrıcalık yapmayalım.
Gelin Dostlar!
Sevişelim, candan içre kaynaşalım. Neyimizden uzak duruyorsunuz? Fenâ-yı tamda bulduk bekâyı. Kelâm-ı Hak'la sohbet ederiz. Kelâm-ı Hak'la “buyurun!” deriz. Davetimiz mutlaktandır, Hak’tandır.
“Ne var Melâmet’te?” dersen vallahi üzülürüm. Ne yok ki Melâmet’te!..
Melâmîdir evliya
Dahi nice enbiya
Hem cihar-ı bâsafa
Kendine gel hey kendine.
Geyemiz canda cânanla buluşmak. Bilişip sevişmek. Zikri ehlinden alarak, telkin üzerine Allah demek. Bu zikir canda cânanla buluşmayı sağlar. Tende mih- manla hedefe doğru gider.
Önderimiz, Hz. Sıddık’ımız: “Ya Rab! Benim vücudumu o kadar büyük yap ki cehennem benimle dolsun.” buyuruyor. Sıddîkiyet makamının sahibi. Rahme- tenli’l-Âlemin’in mazharı. Biz de bu zat-ı muhteremlerin himmet ve lütuflarıyla, sıddîkiyetle davet ediyoruz: Gelin bize! Gelin bize!
Hz. Ömer gibi farkıyetle davet ediyoruz: Gelin bize! Gelin bize!
İki nur sahibi olan, Cem’le Hazretü’l-Cem’i cem eden Kavseyn sahibi Hz. Osman gibi davet ediyoruz: Gelin bize, Gelin bize!
İlmin şehrinin kapısı olan, Ene nâtıkü’l–Kur’an “Ben Konuşan Kur’an’ım!” buyuran, kötülük edene iyilik eden Keremallahu Veche, Hz. Ali lisanıyla davet ediyoruz: Gelin bize! Gelin bize!
Canım kaşını çatıp da “Ne var sizde?” diye sorma bana.
Hak mürşidin himmetiyle ne yok ki bizde…
Lütfen elimizi vicdanımıza koyarak okuyalım ve tefekkür edelim. Hak mürşidim tevbe-yi Nasuh verdirdi. Zikri talim etti. Suskun diller, Allah dedi. Þirk fiilimi aldı, fiilullahı ihsan etti. Fâil-i Hakikiyi tanıttı. Lâ fâile illallah râbıtası verdi.
Hâlâ soruyor musun: “Ne var sizde?”
Nispet sıfattan sıfatullaha mazhar kıldı. Þirk olan sıfatlarımızı kaldırdı. Gerçek mevsufu bildirdi. Lâ mevsûfe illallah dedirtti.
Allah aşkına dinle ve sorma: “Ne var sizde?”
Gerçek Melâmet’in sırrına erenlerde, fenâ-yı zattan tecellî-yi zata geçme vardır. Men aref sırrına erdirdi de bulan bilen, hâlini yaşayanlardan etti. Münezzehte veya gökte sandığımızı gönüle getirdi. Lâ mevcûde illallah râbıtasının hâlini yaşattı. Çok şükür!
Yine mi soruyorsun: “Ne var sizde?”
Hak mürşidim söyler:
Zat-ı Hakk’ı anla zatındır senin
Hem sıfatı hep sıfatındır senin
Sen seni bilmek necatındır senin
Gayre bakma sende iste sende bul yahu
A canım, sen nasılsan, ben de öyleyim. Aramızda bir fark mı var! Sakın ha, kırılma bana, gönül koyma! Ben istiyorum, sen olayım. Seni ben yapayım. Candan içre birbirimizle sevişelim; halka-yı zikirde, tevbe-yi Nasuh- ta. O tevbe ki seyyiatı hasenâta çevirir, cezayı mükâfat eder. Kahrı lütfa, nârı nura döndürür.
Hakk’ı istersen yürü insana bak
Hak yüzü insan yüzünden görünür
Yâni halkı seven Hakk’ı sever. İnsanları sevmek, hoşgörülü, tatlı dilli olmak, hülâsa insana hizmet etmek ne güzel!
Âyet-i kerîmede: “Müminler kardeştirler. Aralarında bir sürtüşme, bir çekişme olursa, onu sulh ediniz.”[1] Bu kardeşlik, anne baba kardeşliği değil, mümin kardeşlik. Allah ve Resûlü’nde kardeş olmak.
Ulu Yaratanım!
İslâm’ı bulduk, bildik. İslâm’ı yaşamak nasip et bize. İslâm üzerine doğduk. İslâmiyeti yaşamak, İslâm olarak da ölmeyi ve bekâ âlemine bir sabah güneşi gibi doğmayı bize nasip et. Zandan, evhamdan, şüpheden bütün ihvanımızı ve bizleri koru.
Muhteremler!
Bilir misiniz canım ne ister?!. Canım ister ki sorgu suâl meleklerinin suâllerine şimdiden cevap verelim. Rabbim Allah, dinim İslâm, kitabım Kur'an-ı Kerîm. Peygamberim; peygamberler peygamberi, iki cihanın serveri, Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.)
Bu sorulara cevap vermek, kişiyi sırattan, mizandan, muhasebeden, muhakemeden geçirir. Bana soruyorsan “Ne cesaretle bunları söylüyorsun?”
Hak dost diyor ki:
Vermeyecek onlar hesap
Geçmeyecek onlar sırat
Dünyada verdiler hesap
Hep gördüğü dîdar, hep cemâl olur.
Hak dostlar bize öyle ışık tuttular ki ne hikmetli ne mânidar sözler söylediler. Bizler o zat-ı muhteremlerin bendeleriyiz. Yolundan, izinden giden dervişleriyiz.
Allah bize çok çok iyilikler versin. Aşk, muhabbet versin. Âşıklık, sâdıklık, âriflik rehberimiz olsun inşallah.
Selâm, sevgi ve dualarımla Allah'a emânet olunuz!
26. 07. 2005