15. 7. 1986
(Esselâmüaleyküm)
Muhterem Kardeşler!
Dini ve peygamberliği tamamlayan Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz (asv): “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
“Emâneti ehline veriniz.” âyet-i kerimesinin anlamı içerisinde güzel ahlâkla, ilm-i ledünle Peygamberimizden bugüne kadar dilden dile, gönülden gönüle yedullah sırrı çok şükür gelmiş ve devam etmektedir.
İnsanlar daha çok maddeye, sûret ve şekle kıymet verdiği için Allah’ı bilmek için Arapça’ya daha çok önem verdiler. Arapça’nın içerisinde Allahça’nın gizli olduğunu anlayamadılar, mânâya geçemediler.
“Sûret ve şekilde kalanlar bulmadı Fehmi, reşat”
Allahça lisân, fena-yı tamda tecellî eder. Buna erebilmek için de himmet isteyen Hak yolcusuna mürşitlerimiz: “Hizmet, hizmet evlât, hizmet!”demişler. Tenezzül ve tevazu gösterenler çok az olmuş. Onlardan da bazıları samimiyetlerinin ifadesi, iyi niyetleriyle bir şeyler anlatmaya kalkmışlar ve başlarını verenler olmuş Allah için.
“Neylesin gafil olamaz teslim
Ya nice bulsun ol kemâlatı!”
Maddeci ve materyalist dünyâmızda mânâ cephesine geçebilen, maddenin cazip çekiciliğinden kurtulabilen, çok az olmuştur. Tevhîdin mânâ cephesi hep gizli kalmış, zahirî yöne hep gitmişlerdir. Bâtınî cephede olanlar -onlar- gizlenmişlerdir, sırlarını muhafaza etmişlerdir. Çünkü çok yan etkilerle karşılaşmışlar.
Eğer mânâdan hissedar olup nasibini alsalar, bunun zevkine doyum olmaz. İslâm’ı bilen değil, günlük hayatına uygulayan, yaşayan, zevk eden... Aralarındaki farkı dil tariften aciz!
İslâmın zahirîyle amel eden, bir gün Allah’ın huzuruna çıkacak. Bir gün... Gelecekte... İslâmın zahirî yönünde kalan; sûret, şekil, madde üzerinde durur.
Ama O’nun hikmet cephesine geçen hâl ehli, mânâ ehlidir ki, her an huzurda olduğunu zevk eder, tevhîdin yaşantısına girer. Zâhiri halk ile olsa da bâtını Hak’tır. Onlar için gayrullah yoktur. Enfüs âfâk her zerreden Hakk’ı müşahade ederler. Bu sırlarını edeben, ahkâmen korumaları şart. Sadâkat ve samimiyetleri nispetince sır ve hikmetlere mazhar düşen ihvânımız, sırrı ifşâ ederseler hem zevkleri kaçar, hem de düzen bozulur.
Ârifiyet, halkı olduğu gibi idare etmek, kişinin istidat ve kabiliyetine göre ona bir şeyler vermek, ölçüyü hiç bir zaman aşmamak... Size basit ve kolay gelen sohbetler avamı imhâ eder, isyan ettirir. Gayemiz imha değil ihyâ etmek!
Tevhîtte ahlâk sahibi insanlar tercih edilmeli. Ahkâm-ı şer'iyenin yanında ahlâk-ı Muhammedî şart. Birine Hakikat-ı Muhammediye, birine de Tafsilât-ı Muhammediye denir. Hakikat-ı Muhammediye’de güzel ahlâk ile giyinmeyenler Tafsilat-ı Muhammediye’de âdil hareket etmesi mümkün değil.
İhvânımız güzel ahlâkı, fenâfillâhta mürşidin telkîn ve tarifiyle alacak. Nispet ef'âl, nispet sıfat, nispet vücut, ahlâka mânidir. Kasıtsız ve garazsız telkîne riayetle tecellî-yi ef'âl-i İlâhîye, tecellî-yi sıfat-i İlâhîye, tecellî-yi zat-i İlâhîyeye mazhar düşen kardeşlerimiz, Hakikat-ı Muhammediye ile giyinmiş olurlar.
Hadîs-i Þerif’te: “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanın!” Allah’ın ahlakıyla ahlâklanmak, nispetsiz fenâfillâh olup tecellîye mazhar düşmektir. Buna, Hakikat-ı Muhammediye denir. Hakikat-ı Muhammediye’nin sırrına erebilmek için teslimiyet, sadâkat, emre itaat şarttır.
Bu ilâhî sırra erenlerin hakkıdır, Tafsilat-ı Muhammediye’de gerçek kul olmak, ümmet olmak. Garazsız, maksatsız, fîsebîlillâh bunlar ibadet edebilir. Zâhiri halk ile bâtını Hak şuhûdu ve anlamı içerisinde ehl-i zevk, ehl-i mânâ olurlar.
Bunlar için hadîs-i kutsîde Cenâb-ı Hak: “Ben o kulun gören gözü, duyan kulağı, söyleyen dili, tutan eli olurum. Kulum benimle görür, benimle duyar, benimle söyleşir. Ben kulumun sırrıyım, kulum da benim sırımdır.”
Elbette bu İlâhî sır korunacak, muhafaza edilecektir.
“Nâ ehle sakın sırrını açma
Pes şişe-yi esrarı kendi elinle kırarsın yahu!”
Sadâkat ve samimiyetimizle iyi niyetimizin ifadesi olarak yaptığımız sohbetleri Allah muhafaza etsin, eksikliklerimizi telâfi ederek kusurlarımızı affetsin. Daima iyi niyetin olması şarttır. Allah kulunun kalbine şâhittir.
Ârif insan, kendisini murakabe ve kontrol altına alan insandır. İşte bunların elinden, dilinden, aza-yı cevârihinden kimseye zarar gelmez. İnsanların hayırlısı, etrafına, aile birliğine, akraba ve komşularına iyiliği dokunanlardır.
Bunlar tevhidin terbiyesiyle terbiyelenmiştir. Halkı sevmek, halka hizmet etmek râbıta ve tefekkürle olmalıdır. Bilerek olursa, halka hizmet, halka sevgi ve muhabbet, o zaman zevkle olur. Efendimiz Hz.’lerinin buyurduğu gibi:
“Halka başka elbise
Giydirip düşme ye’se
Halkı Hak’tan ayırma.”
Muhterem Dostlar!
Tevhît; evhâmı, hayâli, acabayı, şek ve şüpheyi kaldırır, kişiyi hâl ehli eder. Hâl ehli olan cân dostlar, sırra mazhar düşerler. Onlar için hakikat sırları açılır. Kesafetten letafete geçerler. Güzel ahlâkın sayesinde telkîne riayet, emre itaatla naz ve niyazın fahri üyesi olurlar.
“Biz kelâmı Hak’tan aldık, ruh-u has etti bizi.”diye buyuran üstatlar, mutlaktan telkîni aldılar. Þeriat-ı Muhammediye’nin hükümleri içerisinde zahirî halk ile oldular da o âlemden, o mânâdan, o zevk u sefadan bizlere tattırmaya çalıştılar. Zikr-i daimi verdiler. Nispet ef'âl, nispet sıfat, nispet vücudu kaldırarak tecellîye mazhar kılmaya çalıştılar.
Beş vakit namazı, İslâm’ın beş şartını yerine getirmeyi emrederlerken, daimi namaza girmenin, huzurda olmanın, miraç olan namazın hakikatını, yaşantısını, harem-i ismetini anlat maya çalıştılar. Bu ilâhî ummandan, bu sonsuz tevhît deryasından herkes sadâkat ve samimiyeti nisbetince faydalandı.
Tenezzül ve tevazu göster, sadâkat ve samimiyetle emre itaat, telkîne sarıl ki, Hak Tealâ başlar üzre âsuman etsin seni.
Merâtip ve makâmâtın dışında bir şey arayanlar bulamadılar. Melâmette urûç ve nüzûl vardır. Urûç ve nüzûlün zevki ve anlayışı içerisinde olan ihvânımız, ârif insan olmalıdır.
Bunlar kelâm-ı Hak’la sohbet ederler. Halka anlayacağı şekilde konuşurlar. İstidat ve kabiliyetlerine göre onlarla sohbet ederler.
Allah’ın lütuf ve keremiyle inşaAllah hepimize, cân dostlara Ulu Mevlâm lütfetsin, kerem kılsın, zikriyle aşk ve muhabbetiyle bizleri dünyâ ve ukbâ, ulâ ve uhrâ ... bütün varlıkların çekiciliğinden kurtarsın, korusun. Zât-ı Ulûhiyetinde sırra mazhar düşen, ilâhî cezbeden hissedar olan zümre-yi sâlihine cümlemizi ilhâk eylesin.
Ne mutlu Hak’ta yok olanlara, ruhundan ruh alıp, dirilip halkla bir olanlara. Muhammediyetin ölçüsü ve anlayışı içerisinde halka hizmet verenlere! Ne mutlu dostlar, Allah, illallah diyenlere!
Bütün ihvânımızı sevgiyle selâmlar, Allah'a emânet ederiz.
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Sohbetimiz cândan duyan,
Sadâkatle kabul eden,
Sırat-ı müstakîmden giden,
Âşık, sâdık, ârif insan!
Tefekkürle zikreyleyen,
Güzel ahlâkla sevilen,
Hakk’ı bâtılı fark eden,
Âşık, sâdık, ârif insan!
İtikâdı sağlam olan,
Kur’an ile amel eden,
Doğru yolda Hak’la giden,
Âşık, sâdık, ârif insan!
Þahâdetin sırrın bilen,
Sözü hikmetle söyleyen,
Sohbeti Hak’tan dinleyen,
Âşık, sâdık, ârif insan!
Nasîhata kulak veren,
Mânâsını fehmeyleyen,
Gündüz gece Allah diyen,
Âşık, sâdık, ârif insan!
Hak Mürşitten telkîn alan,
İhlâs ile kemâl bulan,
Þuhût üzre daim olan,
Âşık, sâdık, ârif insan!
Hak dostunun sırrın bilen,
Ol dost ile hemdem olan,
SABRİ şuhûtta bulunan,
Âşık, sâdık, ârif insan!
9. 6. 1994
|