Sadâkat sadâkat sadâkat!..


Bana nâr-ı cehim, uzak durmaktır.

Gafletin nârına böyle yanmaktır.

Zikirsiz, ilhamsız, ebter olmaktır.

Sen vallahi can u cânanımızsın!

 

 

 

Sadâkat sadâkat sadâkat!..

 

Esselâmualeyküm

Muhterem Hak yolcuları!

Sevgili Dostlar!

Mektupla da olsa hâlinizi, hatırınızı gönül sormak ister. Ulu Mevlâ’ya nihayetsiz hamd ü senâlar olsun. Çok muhterem, mümtaz bir cemaate hitap etmekteyim!

Bu zat-ı muhteremler ki “yedullah” sırrına maz har olmuÅŸlar. MürÅŸid-i kâmilden tevbe ve zikrullah almışlar. Mânen Hakk’a baÄŸlanmışlar. Biat-ı Hakkı, Muhammed’den nasipdar olan muhterem dostlarıma Allah razı olsun, der, Ulu Mevlâ’dan sonsuz hidâyetler dilerim.

Bu muhteremler, zikrullah ile gönül evini temizler. MürÅŸidin emrine itaat, telkinine sadâkatle ÅŸirk fiilinden fiilullaha, ÅŸirk sıfatından sıfatullaha, ÅŸirk olan vücuttan vücudullaha mazhar düşer. Fenâ-yı tamda bekâyı bulur, kesret vahdet tevhid eder, sözü-sohbeti kontrollü ve murakabelidir. Muhammedî Melâmet’te âşık, sâdık, ârif insanlardır!

Kur'an-ı Kerîm’in canlı örneÄŸi. Uruç eder, ol dost ile sohbet eder. Sohbeti Hak'tan dinler. Nüzûl eder, kulluk eder. Öyle kul ki garazsız, maksatsız, fîsebilillah ibadât u taat eder. Zâhiri yönüyle Beytullah’a yönelir. Hakikat yönüyle salât-ı daimûnle “semme vechullah”[1] sırrının mazharı!

Tarife girmeyen, kalemle, kelâmla anlatılmayacak mahremiyetin sahibi! Can mürşidin telkini, himmeti neler neler yapar!..

Muhterem Dostlar!

Elbette ki Hak mürÅŸidin telkini, ilm-i Ledün bizi bizden alacak, kendimizi aÅŸacağız. O zaman Hak, diyetimiz olacak. Hakk'ı diyet eden can mürÅŸidim “Sultanların sultanıyız!” dedi.

- Nasıl olur, diye sorduğumda

- “Hû’dur huzurumuz, Haktır zuhurumuz. Nasıl olmaz!” dedi.

Elbette ki fenâ-yı tamda bekâ bulan, hikmetlere râm olan, kesafetten letafete geçen Hak dostlar neler neler söylediler. Hâlde tevhid ettiler. Görerek, bilerek, yaşayarak şahadet verdiler. Hakikat güneşiyle aydınlanıp gecesi olmayan bir güne kavuştular..

Düşünüyorum ve yine düşünüyorum: Bunlar, bu hâle nasıl geldiler? Cevap arıyorum. Kutsî ve ulvî bir duygu: Sadâkat, sadâkat, sadâkat! diyor.

Ve yine soruyorum: Nasıl sadâkat? Hak mürşidin emrine, telkinine can ü gönülden sadâkat.

Sadâkatin yolun açar.

Dostun diyarına uçar.

Emre itaat telkine sadâkatle gönüllerde yer tuttu zat-ı muhteremler. Onlar, tarif edilemez. Lisan, onları anlatamaz. Hak mürşidin telkini neler yapar, neler yapar!..

Ve yine ulvî bir hitap: Biz Hz. Muhammed’in (s.a.) bendeleriyiz. Þeriatı rehberimizdir. Ä°lâhî emirlere can ü gönülden baÄŸlananlar, kadere rıza, emrine itaat, telkine sadâkatle kesafetten letafete geçerek mânâ olup uçtular.

Can dostlarımıza bu telkinler yapıldı. Kutsî ve ulvî mahremiyetin yolu böyle açıldı. Bu hakikatler gün gibi ayan beyan iken, Hak yolcusu, vuslata giden yolcu, bütün engelleri Hak mürşidin telkiniyle kaldıracak.

Nefsin engelin yıksana

Düşmanınla harp etsene

Yolda kalmak ziyan sana

Zikret Hakk’ı gir meydana

Ânımız hiç boÅŸ geçmeyecek. Hak yolcusunun öyle zaman, öyle hâl, öyle ânı olur ki cihana deÄŸer. O ânına “konuÅŸan Kur'an” derseler, eyvallah! Hakk'ı diyet etmiÅŸ, kelâm-ı Hakk'ı söyler derseler, eyvallah!

 Ne maziyem, ne müstakbelem yâni ne geçmiÅŸ, ne gelecek derse eyvallah! Hâlde tevhid etmiÅŸ, ÅŸahadet sırrını açmış. Dostun yüzünden nikâbını (örtüsünü) kaldırmış, derseler, eyvallah!

Âyet, hadis, hadis-i kutsînin sırrına mazhar düşmüş, kesret vahdet tevhid etmiş, ister kurb-i ferâizle, ister kurb-i nevâfille sohbet eder, derseler eyvallah! Kurb-i ferâiz, kurb-i nevâfilin hâliyle hâllenmiş, zevkiyle zevkiyap olmuş, günlük yaşantısında bu hâle girmiş, derseler, eyvallah!

Bütün perdelerden geçip “ehlen ve sehlen!” hitabına muhatap olan zat-ı muhteremlere eyvallah!..

Pîr Seyyid’in mensubu, Melâmet’e gönül vermiÅŸ, fenâ-yı tamda bekâya ermiÅŸ, içi dışı tertemiz, abdestli, kutsî vâdinin fahri üyesi ey can dostlar!

Sizi bu hâle ne getirdi? Nasıl geldiniz?

Yine kutsî bir hitap: “Sadâkat! Sadâkat! Sadâkat!” diyordu. Hak Resûlün emrine itaat, telkinine sadâkat, izinden gitmekle bu kutsî tecellîler zuhur ediyordu.

Dost!

Ey gönüller fatihi dost!

Ey canından can veren, ruhundan ruh veren,

“Zikredin beni, zikredeyim sizi” diyen.

“SevdiÄŸim kulumun diyeti olurum.” buyuran!

Lisanımızdan bize hitap eden, sıfatıyla bizi süsleyen, gönlümüzü karargâhı eden!

Sen vallahi can u cânanımızsın!..

Sizi sevmek için bize güç kuvvet ver, aşk ver, muhabbet ver. Lâyık kul olabilmek için tut elimiz.

Bütün aşkımız, zevkimiz, muhabbetimiz merhametinin tecellîsidir. Aşk ile Allah deyişimiz, sıfatınla zatına secde edişimiz, merhametinizin, hidâyetinizin tecellîsidir.

Ey yüce sultan!

Bir emirle kâinatı yaratan! Bütün mahlûkatı yaratıp rızıklandıran! Rahmân sıfatının tecellîsi. Canım, Allah oluşunun kemâlatı.

Ben yine lisan-ı Hak’la Allah Allah Allah, illallah derim. Kemâl-i edeple âciz kemter kul, kemâlat diler, “Rabbî zidni ilmen ve fehmen ve elhıkni bissâlihin” der.

 

Muhterem Dostlarım!

Kur'an-ı Kerîm’inde Allah “Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir” [2] buyurmuÅŸtur.

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.”[3]

De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder” [4]

Bu kutsî ve ulvî zevklere sahip olan zat-ı muhteremler, hep Hak mürşidin telkiniyle bu sırlara ulaştılar. Can mürşitten olur himmet.

Bir an olsun mürşidimizin kuzeyine düşmeyelim. Hep güneyinde olalım. Emrine itaatle candan içre sevelim.

Allah ihvanımıza bol ilham, feyiz, aşk versin. Amin!

Muhterem Efendiler!

Sevgili DerviÅŸler!

Sizlere mektup yazma ihtiyacını hissediyorum. Gönülden size hitap etmek istiyorum. Hiç olmasın mektubumla ziyaret edeyim, diyorum. İhvan birbirlerini çok sevsinler. Allah, Hak mürşidin rızası dışına hiçbirimizi çıkartmasın.

Günden güne farka gelmek, Melâmet’e, râbıtaya can simidi gibi sarılmak, hâlde tevhid ederek, görerek, bilerek ÅŸahadet vermek ihsân etsin. Meratib-i tevhidi, makâmat-ı tevhidi aÅŸkla yaÅŸamak, sevgili efendilerden, Melâmî ÅŸeyhlerinden eksik kalan dersleri tamamlamak nasip eylesin.

Mevlâya sonsuz hamd ü senâ! Çok bozuk bir düzende bulduğumuz Melâmetin randımanını, yüzde onlardan yüzde yetmişlerin üzerine çıkarmayı Allah bize nasip etti. Bu, sizin şeriatınız, hakikatiniz, telkine sadâkatiniz, mürşidimin emir ve rızası doğrultusundaki hizmetleriniz sayesinde gerçekleşti. Sonsuz şükürler olsun!

Yine günden güne farka gelip lâyık olunan yere ulaşmak Cenâb-ı Hak cümlemize nasip eylesin.

Sizi ve sizi sevenleri, aile birliklerinizi Allah'a emânet ediyorum.

Ben yine çocuklar, çocuklar, çocuklar ve torunlar diyorum... Devamımız olan çocuklarımızı inÅŸallah tevhide lâyık ÅŸekilde yetiÅŸtiririz de gözümüz açık kalmaz. Onları Pîr Seyyid’e lâyık aÅŸklı, zevkli inÅŸallah ârif derviÅŸ yapacağız. Allah bu yolda her zaman her yerde elimizden tutsun inÅŸallah!

Allah bize Kur'an’ın hâliyle hâllenmek, canlı örneÄŸini yaÅŸatmak, kesret vahdet tevhid etmek, hikmetle nazar edip hakikatleri görmek, âşık, sâdık, ârif insan olmak ÅŸuurunu, anlamını, zevkini, idrakini ihsan eylesin. Amin! Amin!

Sizi Allah'a emânet ediyorum. Cümleye selâm ve sevgiler. Hoşça kalın!..

 

29. 05. 2003



[1] Bakara, 2/115

[2] Mu’min, 40/60

[3] HaÅŸr, 59/7

[4] Âl-i İmran, 3/31





Bu Sayfanýn Geldiði Adres
Tasavvuf DerneÄŸi
http://www.tasavvufdernegi.com

Bu Sayfanýn Adresi:
http://www.tasavvufdernegi.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=87