Ehli Tevhidin görevi


Ehli tevhît olan canlar, canda cânânı bulanlar. Selâm olsun onlara!..

Ehl-i tevhît olan insanlar, Allah yolunda görevlidirler. Hepiniz görevlisiniz. Göreviniz, sel önünden kütük kapabilme. "ve cahidu fillahi Hakka cihadi” Herkes cihatla, mücadeleyle mükelleftir. Herkes cihat edecek, harp edecek. Neme lâzım kelimesi müslümana yakışmaz. Görüyorsunuz ki dağdan bir sel geliyor. Önüne durursan seni de alıp götürecek. O selden bir şeyler kapabilirsen...  İnsanlar öyle bir âleme gelmişlerdir ki, çok acıklı bir olay. Birdenbire olmuyor bu. Damarına, gönlüne ruhuna enjekte ettikleri melânet, düşünen kafayı bozmuş. Îmânını kaybetmiş, ahlâkını kaybetmiş, davasının şuurunu kaybetmiş.

Peygamber Efendimize (asv) soruyorlar: İnsan kimdir? İnsan, düşünen, tefekkür eden, Hakk’ı bâtılı seçen, Hak yolda gidendir. İnsan, elinden, dilinden, azalarından zarar gelmeyendir. Öyle bir haldeyiz ki müslüman demek için şâhit lâzım. Hz. Muhammed’in ümmetisin ha! Yapma yahu... Hz. Muhammed’in ümmetinde nişaneler var: Hüsnü’l-hulûk, güzel ahlâk var. Müslüman bir memlekette yaşadığımıza şahit, yalnız minarelerin görüntüsü kalmıştır. Maalesef, maalesef!...

Peygamber gelse Karşıyaka’ya “Benim ümmetlerim yanıma gelsin.”dese kim gidecek? Cenazenin başında devir yapıp, hatim satıp, para alan imam da mı gidecek? Zekatını vermeyen zengin, inim inim inleyen komşusunun iniltisini duymayan zengin mi gidecek? Fakr u zaruret hâlinde şeriatın ahkâmını, ahlâkını, erkânını, her şeyisini kaybeden fakir mi gidecek? 

Ben bir zamanlar “Ah peygamber zamanında olsaydık!” diye feryat ederken, camide vaazımda diyorum ki: “Peygamber yok da müslüman geçiniyoruz!” Evet! Gel ya ResûlAllah, al ümmetini! Kim evine sokacak? Ev feryat eder:

-Girme bana ya ResûlAllah! Bende haram vardır.

Ekmek dile gelecek:

-Ben yenmem! diyecek.

Bu ortamda cennet gibi vatanda kriz geçirmekteyiz. Cennet vatan. Madenleriyle cennet, denizleriyle cennet, bağıyla, bahçesiyle ürünleriyle dört mevsimin yaşandığı cennet! Hani bereket, nerde fazilet?

Buradan çıkıp giderken bir avuç toprak al “Konuş bana!”de.

Diyecek ki:

-Ben şehid i şühedânın kanıyla, tekbirle tahmidle yıkanmışım. Benim üzerimde abdestsiz geziyorsunuz. Benim üzerimde Cenâbet geziyorsunuz, rezil geziyorsunuz.

Toprak suratımıza tükürür.

Hepimiz görevliyiz. Bir sel önünde yuvarlanmış gidiyor insan. Cehennemin ta esfel-i sâfilinine doğru yuvarlanıp giderken kolundan tut, birisini yakala. Gel tevbe istiğfar edelim, gel tevhîde gidelim. Gel Allah diyelim. İslâm’dan uzak olmanın cezasını çekmekteyiz. Tevhîtten uzak olmanın cezasını çekmekteyiz.

Peygamber Efendimize(asv) soruyorlar:

-Sevdiklerini tanıt  bize?

Buyuruyor ki:

-Sevdiklerimin elinden, dilinden, azalarından kimseye zarar gelmez.

Elinden, dilinden zarar gelmeyen bir kişi yakala getir bana. Kur’an gibi öpüp başıma koyacağım. Nerde o kişi!.. Eli çalmaz, dövmez, itmez, gayr-ı meşru hareket yapmaz. Dili yalan demez, haram yemez, dedikodu yapmaz. Tertemiz. Vücudundan zarar gelmez.

Peygamber Efendimiz(asv) buyuruyor ki:

-Amcanın oğlu, babanın oğlu, baban, baktın ki tehlikeye gidiyor. Elinle müdahale edeceksin. Tutacaksın yakasından, “cehenneme gidiyorsun, felakete gidiyorsun.”diye uyaracaksın.

 İmân  gidiyor, ahlâk gidiyor, namus gidiyor, bizim adam susuyor. Hay Allah yahu! Ahlâk gider, namus gider, adam susar. İffet gidiyor, duygu düşünce gidiyor, imhâ ediliyor, bu milletin damarına, ruhuna, canına enjekte edilen zehir, onu mahv u perişan etmiş.

Artık gençliğin, insanların uyanması gerekiyor:

“Ben kimim? Benim görevim ne? Güneş benim için doğar. Bahar, yaz, sonbahar, kış, mevsimler benim için gelir. Sebze, meyveler benim için. Beni yaratan, yiyip içip de gezeyim diye mi yaratmış?”

Bizim görevimiz, ödevlerimiz vardır. 7-8 yaşındaki çocuğu tutuyorsun kolundan, kulağından, gel bakalım  ödevin ne? Yaptın mı ödevini? Sınıfta kalacaksın!

Senin yaşın 25, 30, 40... Sen ödevini yaptın mı? İnsanlığa karşı olan ödevini, komşuya karşı olan ödevini, Allah ve Resûlü’ne karşı olan ödevlerini yaptın mı?



İnsan kimdir? Manevî mesuliyetini idrak eden, aldığı nefesin hakkını veren. Allah’tan tertemiz hava alıyorsun, kirli havayı dışarı veriyorsun. Bu nefesin hakkını ödeyeceksin. İçtiğin suyun, aldığın havanın, yediğin nimetin karşısında manevî mesuliyetin vardır Allah’a karşı. Allah senin damarından, senin kanından sana evlât vermiş.

Baba diyor ki: “Benim oğluma maşallah be! Kırk bir kere maşallah.

-Nesi var oğlunun?

-Oturduğu yerde kazanır. Bir telefonla kazanır. Vurgunlar... Kazanır da kazanır. Herkesin ayda aldığını o, günde, saatte, beş dakikada alır.

-Kıblesi var mı? Allah ve Resûlü’ne îmânı var mı? Fakirin iniltisini duyar mı? Nimete şükreder mi? Kadere razı mıdır? Yaratanı tanır mı? Bu kadar rızkı verenden haberdar mıdır?

-E, onları bilmez.

-Ne bilir!

-Para kazanır, maşallah.

-Îmânsıza maşallah, Allahsıza maşallah(!)

Bir ilâhî yazmışım da, diyorum dağa ki:

Benim derdim sana düşse erirsin  

Su olur, sel olur bahre düşersin  

Kalmaz nâmın kayıp olur gidersin

Yol ver bize ulu dağlar geçelim. 

Bu büyük dert, hepimizin derdi. Ateş bacayı sarıyor; hırsızlama, hortumlama, bankaları delme... İnsanları bu halde bu cennet vatanda sefil, sergerdan bırakan nedir? İmansızlık, ahlâksızlığın ta kendisidir.

 “Re’sül hikmete mehafetullah.” Hikmetlerin başı Allah korkusudur. Þu insanın ruhunda, gönlünde, ciğerinde Allah korkusu olacak. Korkma Allah’tan korkandan. Allah’tan korkmayandan kork! Allah’tan korkan, bu milletin hakkına elini uzatamaz. Vatanına, milletine ihanet edemez. Korkar Allah’tan, Allah birdir, her yerde hazır ve nazırdır.

Hazret-i Ali’ye diyorlar ki:

-Ya Ali, sen Allah’ın arslanısın, kimseden korkmazsın.

 -Tevbe deyin, estağfirullah deyin. Ben Allah’tan korkmayandan korkarım.” Allah’tan korkmayan kahpedir, hâşâ huzurunuzdan, arkadan vurur, fesattır, münafıktır, içi başka dışı başka, rezildir. Her türlü ihaneti yapar, çünkü Allah’tan korkmuyor. Allah’tan korkandan korkma. Allah’tan korktu mu insan, ondan ne korkuyorsun, onun elinden, dilinden, azalarından zarar gelmez.

Þu millet, şuurunu, aklını, tefekkürünü uyuşturmakla geçiniyor.  Bu akşam kafayı uyuşturmasa rahatsız, huzursuz olacak. Bu millete düşünen kafa lâzım değil. Düşünen kafa istemiyor millet. Düşünmeyen, tefekkür etmeyen, Hakk’ı bâtılı seçmeyen, ailesinin günlük nafakasını heder edip giden, nefsî arzularına esir olan bir kafa.

Bütün saadet, selâmet îmânda ve ahlâkta, İslâm’da. Allah bize anlayış versin.

Hz. Ömer, adil Ömer, devlet reisi, emirü’l-mü’minin, mü’minlerin emiri, reis-i cumhuru, başkanı. Çıkıyor minbere va’z ediyor. Cemaattan asgari ücret alan biri diyelim, başka ne diyeceğim ben ona. Bir işçi çıkıyor karşısına ve “sus!” diyor. Susuyor Hz. Ömer ve buyur diyor.

-Sırtına giymiş olduğun entarinin hesabını ver, öyle konuş, yeni entari giymişsin.

 Bir işçi, bir devlet reisine, mü’minlerin emirine, padişahına, kralına, sırtındaki mintanın hesabını soruyor. O işçi,

-Çünkü harp ganimetinden ben de aldım. İkimizin eşit olması gerekirken ben aldığımla bir entari dikemedim sırtıma. Sen nasıl diktin de konuşuyorsun karşımızda.

Sakın o günü bu güne getirmeyin haa! Ben buraya mahsus konuşuyorum. O günü bu günle kıyaslamayın sakın ha! Hay Allah yahu, adam iki milyar alıyor yetmiyor; bizim Ömer Efendi alıyor yüz yirmi milyon, o yetiyor.

Hz. Ömer, oğlunu çağırıyor ve diyor ki: “Oğlum Abdullah, bunun hesabını sen ver, ben vermeyeyim.”

Bunu anlatırım da kendim anladığım yok, anlamadan anlatıyorum size. Kafamı duvara vursam az! Anlamadığın şeyi ne anlatırsın yahu?

Oğlu Abdullah diyor ki:

-Ey cemaat, ben de o harpteydim. Babama da ganimetten iki arşın düştü bana da. Babamın entarisi daha eskiydi, ben hakkımı babama hediye ettim, ikisini birleştirdik de pederin sırtına giyecek bir entari yaptık.”

Peder dediği kişi Hz. Ömerü’l-Faruk. Emirü’l-mü’minin. Padişah yahu!

-Amma da saftır, diyor. Devlet reisi olmuş da bilmem ne olmuş...

İrtica ile mücadele ediyoruz. Gidersek geriye gideceğiz Hz. Ömer’e.  O zaman sırtımızda ne entari kalacak ne ceket.

Muaviye denilen kişi, Þam’da yahudinin evini yıkıyor, yerine cami yapacak. Gaspen, adam vermek istemiyor. Yahudi halife Ömer’e gideyim diyor. Þam’dan  Medine’ye gidiyor. Ben o yolu otobüsle gittim. Büyük bir çöl var orda. Geniş bir vadi. Yürüme on beş günde gidilmez, belki yirmi günde. Kesin bilemiyorum kilometresini. Arada Ürdün var, Ürdün’den geçeceksin, çölden Suud’a girip, Medine’ye. Binmiş devesine gitmiş.

Soruyor Medine’de, halife Ömer’in evi nerde diye. İşte şurada diyorlar. Bakıyor taştan bir şey. Gidiyor oraya. Bir ihtiyarı yatmış orda, ağacın serinine. Ayağıyla dürtüyor,

-Heey, diyor, halifeyi arıyorum.

Hemen kalkıyor Hz. Ömer:

-Buyurun, diyor, yer gösteriyor, otur diyor.

Yahudi;

-Ben halife Ömer’i arıyorum, diyor.

-Halife Ömer benim, diyor.

Yahudi aaah, diyor, kendine hayrı olmayan şu zavallıya gelmişim. Gel de Þam’da saltanatı gör. Geldim ki bundan medet umacağım!..

Hz. Ömer, yahudiye:

-Ne istiyorsun? diyor.

Yahudi söylemek istemiyor. Hz. Ömer ısrar ediyor:

-Nerden geldin?

-Þamdan geldim.

-Hayrola?

-Vali Muaviye, evimi yıktı cebren. Ben razı değilim.

Hemen onu yedirip içiriyor. Yiyeceğini, suyunu her şeyini temin ediyor Hz. Ömer, bir kâğıt yazıyor. Yanına iki kişi veriyor:

-Git bu kâğıdı ona ver, senin evini daha iyi yapıp sana verecek. 

Yahudi kâğıdı verince Muaviye korkuyor. Bu sefer emir veriyor, “yıkın camiyi” diye. Yahudi “durun durun!” diyor.

-Niye yıkıyorsunuz camiyi?

-Halife Ömer öyle emir verdi, diyorlar.

Yahudi elini kaldırıyor:

-Ey ulu Allah, Ömer’in inandığı Allah’a inanıyorum, Muaviyeninkine değil. Tamam diyor tamam, yapın camiyi.

 Îmân ediyor, nesi varsa Þam’da satıp savıp gidiyor Halife Ömer’in yanına, ömrünü Hz. Ömer’in yanında geçiriyor.



Öyle âdil, öyle doğru olacaksın ki, adam seni gördüğü zaman İslâm’ı sevsin. Þu kişide sövmek yok, yalan yok, haram yok, tertemiz. Ama içerde inat varsa, aman Allahım, kalite düşük. Haset varsa, daha düşük. Gurur, kibir varsa mangır. Altını nerden bulursun sen! Düşük ayarlı altın başka, bir de altın boyama var, üzerine boya çekiyorlar, yaldız vuruyorlar, diyorlar altın.

Þam’da bizim hacılara sokuşturdular, 1966 senesinde hacdan gelirken. Türkiye’de beş bin lira, Þam’da iki bin beş yüz lira, yarı fiyatına.

Bana da:

-Ne kadar paran varsa ver. dediler.

-Yahu vermem ben parayı, almayın, etmeyin. Türkiye’yle arada bir sınır var, etmeyin. Kuyumcular alır, ne kadar varsa götürürler, bize mi bırakırlar o kuyumcular bu kelepiri dedim.

Olsa olsa benden alacakları para bir altın almaz ama vermem dedim. Geldiler ki burada kimi altın sıvama, kimi en düşük ayar, 8 ayar mı diyelim. İçinde altın olmayan bakır makır öteberi. “Yandık Allah!” dediler, satamadılar, veremediler. İki bin beş yüz lira büyük bir para. Maaşların yüz elli lira olduğu zaman.

İşte biz de şu insanı hiç olmazsa 18-20 ayar yapalım. Alalım içinden inadını, hasedini, gururunu, sövmesini, küfrünü. Yüzüne bakan desin:

-Allaaah, nûr yahu! Ağzından bal akıyor,ne güzel insan! Ne kadar tatlı dil, ne kadar güler yüz...

Vallahi tatlı dile, güler yüze hasret kaldık çocuklar! Güler yüz, tatlı dil kalktı gitti memleketten. İçinde gurur varsa, küfür varsa, sövmek varsa, benlik varsa tatlı dil olamaz.

İnşaAllah şu insan vücudunda ihtilâl yapabilme! Ameliyat oluyoruz da midemizdeki yarayı kesip alıyorlar, tedavi ediyorlar. Gözümüzdeki katarağı alıyorlar.

Mürşid-i kâmiller de şu insan vücudunda bir ihtilal yaparlar. Hasedini alırlar, inadını alırlar, gururunu kibirini alırlar, öfkesini alırlar. Tertemiz insan. İçin dışın tertemiz abdestli olacaksın.

 Ben sabahtan beri konuşuyorum. İçerde hatunlara konuşuyorum. 20-25 kişi varlar. Gündüz burası tıklım tıklım doluydu. Ben vaktimi saatimi, zamanımı, ömrümü ihvâna, dostlara vakfeden birisiyim de şükren lillah birkaç kişi toplanıyor. Niye? Burada güzel bir film oynatsaydık, tiyatro sahası yapsaydık, hem parayı verirdik, hem de kapı baca dolardı. Üstelik biz çay da veriyoruz. Gelin oturun.

-Ne yapacaksın sen bize, geldik de?

-Annene hayırlı bir evlât yapacağım evlâdım seni. Hanımına beyefendi yapacağım seni. Dövmeyeceksin. Hanım, dövmek için, hakaret etmek için değil, sevmek içindir. Çocuklarının rızkını, nafakasını israf edip savurmayacaksın. Bu nasihatı vereceğiz. Yavrularını sevip bağrına basacaksın. Annene öf bile demeyeceksin. Babanı seveceksin. Hasta komşun varsa, onun elinden tutacaksın. Tatlı dilinle, güler yüzünle, etrafına hayırlı insan olacaksın. Bunları söyleyeceğiz. Talebeysen en yüksek notu almanı tavsiye edeceğiz. Babalara, çocuklarınızı iyi okutun, diyeceğiz. Memlekete, millete hayırlı evlat yetiştirin, diyeceğiz. Zararlı bir şey demeyiz, dememeye çalışırız.

Diyoruz ki, cihad edeceksiniz. Müslümanın görevi vardır.

-Ne yapacak?

-Adam ateşle oynuyor, yahu, neme lâzım diyebilir misin? Tren rayının üzerine başını koymuş, uyuyor. Neme lâzım yahu, ezilsin, kafası dağılsın diyebilir misin?

Bu millet, ondan çok, çook daha tehlikede. Dini gidiyor, îmânı gidiyor, ahlâkı gidiyor. Mahv u perişan oluyor, her şeyini kaybediyor. Müslüman eliyle müdahale edecek, çekecek, gel. O sel önünden bir insan al getir.

Niye benim sohbet ettiğim insan 3-5 olacak, 10-20-30 tane olacak? Niye bu millet bana bin kişilik yer ayırmaz! Bin kişiye hitap ettim ben.

-Nerde?

Makedonya’da. Koca salon tıklım tıklım doldu. Almanya’ya gidiyorum, orda kalabalık, Belçika’da, Hollanda’da öyle. Bizim müslümanlar hep öğrenmişler. Biliyorlar bu işi,

-Gitmesek de olur, diyorlar.

Birçokları hatır için geliyor.

-Ayıp olur yahu, Hacı Baba kime konuşacak, gidelim de bari görsün bizi, diyorlar.

Ben genç istiyorum, Allah yolunda gözü kara. Yâni Allah için mücadele edebilen. Sel önünden bir insan kurtarabilme! Öyle bir sel ki, Avrupa’dan üzerimize geliyor. Ahlâkı süpürüyor, inançlar yıkılıyor, îmân gidiyor kökünden. İşte bu felaketten bir insan kurtarabilme. Allah bize anlayış versin. Benim dostum olan şu genç, yarın çocuğunun elinden tutacak ve ona İslâm’ı öğretecek, ahlâkı öğretecek, onu doğru yola götürecek.

Camiye geldim, imam oldum burada, 8-10 kişi cemaat var. Ben 8-10 kişiye imamlık edeceğim, bir de maaş alacağım. Onlar da abdestini tutamayanlar. Yaş gitmiş yetmişe, seksene. Kimisi kalkar yerinden yerini ıslatır. Çok halı yıkadım, sidik yıkadım. İlân ettim, okutacağım diye. 20-30 kişi topladım, başladım okutmaya. Camiye her gelen bir kişi getirecek dedim. Geldin mi bir kişi daha getireceksin. O getirdiği kişiye diyorum, hoş geldin, sen de bir kişi getireceksin.

İki sene, üç sene cami mahfelinde cemaat okuttum. Caminin cemaatını öğlende sayardım, iki yüzün üzerinde. İki yüz elli cemaat. Þimdi cemaatımı bulamıyorum. İstatistiklere göre İzmir’de en çok cemaat toplayan imam durumundaydım. Takdirnameler aldım Diyanetten. Görevim hizmet etme. Vallahil azim ve billahil kerim, namaza yetişeyim diye Karşıyaka’dan taksi tutmuş camime gelmişim, bir defa değil, defalarca. Minibüsle gelsem, belki yetişemez, indir-bindir yapıyor. İşte helâl, alın teri, görevini yapacaksın.

-Niye bunu söylüyorsun?

-Bu cemaata karşı dinî, insanî, manevî mesuliyetimi idrak edip, bu millete hizmet edebilmek için. Yaş yetmiş, bu millete hizmet etmek istiyorum. Sana, senin soyundan gelecek çocuklarına ışık tutmak istiyorum. Onlara din sevgisi, vatan sevgisi, millet sevgisi vermek istiyorum.

Allah bu milletin elinden tutsun. İnşaAllah görevini yapan, Hakk’ı bâtılı seçen, iyi-kötüyü fark eden, adımlarını göre göre atan insan-ı kâmil oluruz.

Muhteremler!

 İslâm sevgidir, İslâm kardeşliktir. İslâm yardımlaşmadır, İslâm el ele gönül gönüle vermedir.

Buraya babanın çocuğu geliyor “Aa,  kardeşim!” diyorsun. Ne kardeşi? Biraz evvel dedim kıblesiz oğlunun nesine maşallah diyorsun. Nuh (as) “Kurtar oğlumu” dediği zaman, Cenâb-ı Hak Ya Nuh, “İnnehu leyse min ehlik, innehu amelun gayru salih.” O bizden değil. Onun ameli, salih değil. Ona nasıl oğlum, dedin?

Bizim anadan-babadan kardeş olmamız, Allah ve Resûl’ünde kardeş olmaktan daha mı kıymetlidir? Önemli olan, Allah ve Resûl’ünde kardeş olabilme!.. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullahta kardeş olabilme. “İnnemel mü'minine ihva”  Mü’minler kardeştirler. 

Ben çok iyi biliyorum, kardeş kardeşi vurdu, öldürdü. Katil, kardeş katili. Çünkü onlarınki menfaate dayanan, madde için. Biz Allah ve Resûlü’nde kardeşiz. Öyleyse görevlerimiz vardır. Birbirlerimizi seveceğiz. Tatlı dilimizi kullanacağız. Bir kardeşimizi elimizle kurtaracağız. Elimizle kurtaramazsak dilimizle. Dilimizle kurtaramazsak ona buğz edeceğiz. Bu da îmânın en zayıfıdır. Onu sırat-ı müstakîme getirebilme. Herkes görevlidir. Ama hiç görev yapmıyoruz.

Bu sene Medine-i Tahire’de oturuyorum, Kur’an okuyorum. Birisi geldi, sarıklı, cübbeli yanımda oturdu. Birkaç arkadaştık, o oturunca sayfayı bitirdim kapadım Kur’an’ı. Buyur dedim. Adam biraz Türkçe biliyor. Türkler hemen toplandı.

-Göreviniz umre yapıp Kur’an okuma mı? dedi?

Dedim:

-Bunun bir zararı mı var?

-Yok, dedi; esas göreviniz İslâm’a davet değil mi? Esas göreviniz İslâma cemaat kazandırma. Allah ve Resûlü’ne dost etme. Halka karşı görevinizi yapıyor musunuz? 

Adam bir konuştu, hayret edersiniz, 8-10 kişiydik.

Fazla bir Türkçesi  yoktu, onun ağzından aldım sözü, arkadaşlar bu böyle demek istiyor. Sabah namazına kalkarken salah, namaz diyor musunuz dedi. Nerde diyoruz... Ya ses etmeden çıkıp camiye gidiyoruz veyahut da evde ufak bir ses çıkartmadan namazı kılıp yatıyoruz. Adamın söylediğini anlatmak istedik, hepimize çıkardı, esans dağıttı. Hem esans dağıtıyor, hem de yalvararak: “Ne olur, İslâm’a hizmet edin, el ele gönül gönüle verelim.”

Huzur-u Resûlullah’ta gözlerimden yaşlar aktı. Adamı öptüm, tebrik ettim. Dedim, biraz da vardır benim böyle görevim. Ama, o İslâm âlemini diyar diyar gezen insan. Türklere bir şeyler anlatsın diye Türkçe’yi öğrenmiş. Pakistanlı kendisi.

Öyleyse sen de kardeşine, sen de amcanın çocuğuna, sen de en yakınlarına ...Peygamber Efendimize “Yakınlarını davet et,

“ve enzir aşiretekel akrabin.” Yakınlarını korkut diyor Cenâb-ı Hak. Ya Muhammed, onlara gerçekleri söyle.

Allah yolunda gittin mi korkma! Cenâb-ı Hak onlara diyor ki:  "Elâ inne evliyaallahu lâ havfun ve lâ hum yahzenûn." Sizin için korku yok, sizin için hüzün yok. Sizin veliniz benim. Velâyetinizi üzerime aldım.  

"Ellezine amenu ve kânû yettekûn." "Onlar îmân ettiler, Allah’tan ittika ettiler. Hak yolda yürüdüler." Allah bizi dostlarından ayırmasın.

Çocuklarınızın elinden sımsıkı tutun. Dostlarınıza kucak açın. İslâma, Allah ve Resûlü’ne bir insan kazandırabilme. O adam hayatı boyunca yaptığı ibadette alacağı mükafat kadar,  Allah size de aynı mükafatı verecektir. Allah hepinizden razı olsun. Gönlünüze aşk versin, sevgi versin, muhabbetullah versin. Allah bu millete uyanış versin.

İçerden buraya geldiğim zaman diyeceksiniz ki, orda sana bir şey mi yaptılar da buraya öfkeli geldin? Öyle bir şey aklınızdan mı geçti? Yoo! Onlar ne kadar güzel, tatlı Balıkesir’den gelen cemaatımız var, burdan, etraftan. Allah razı olsun. Allah çok çok iyilikler versin.

Yeni yeni gençler görüyorum da istiyorum ki şurası gençlerle dolsun. Ben seni ne yapayım, şimdiden sonra senden zarar gelmez.(Orta yaşlı bir ihvâna hitaben) Halil Efendi’yi ne yapayım, kırk senedir beraberiz. Ben onu biliyorum. Þimdiden sonra zarar mı yapacak! İstiyorum gençler gelsinler, onlara ihtiyacımız vardır.

Desem ki onların bize ihtiyacı vardır, hiç uğramazlar. Bizim onlara ihtiyacımız vardır. Nedir ihtiyacımız? Onlarla deşarz olduk mu gençleşiriz. Yaşlı adamla deşarz oldun mu yaşlısın.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

-Ben gencin ibadetini, gencin tevbesini severim.”

Ben gençleri severim diyor doğrudan doğruya.

-Niçin ya ResûlAllah dediklerinde

-Genç fazla günah işlemeden tevbe eder de İslâm’a sarılırsa, onlar çok daha kıymetli, muteber olurlar. Onlar da çocuklarının elinden tutarlar. Onlar çevresine hayırlı olurlar. Allah bize çok çok iyilikler versin.



Ben çok saf bir adamım. Bunlar Hacı Baba derler de işi büyütürler. Söyleyeyim deliliğimden, birkaç tane anlatayım, siz de beni tasdik edeceksiniz:

Camide var belki bin kişi. Diyorum:

-Ey gençler, sakın ha babanızın sofrasına oturmayın. Sakın ha, babanızın izinden gitmeyin.

Kimsede ses yok. İzinden gidilecek baba, nerdesin? Sofrasına oturulacak baba nerdesin? Uzat elini öpeyim! Niye çocuklar benim arkamdan gelmesin diye feryat etmiyorsunuz? İstisnalar kaideyi bozmaz.

Diyorum kendi kendime:

-Sen şaşırdın mı, niçin çocuk babasının izinden gitmesin? Çünkü babanın sofrasında Besmele çekilmiyor. Bismillahirrahmanirrahim denmiyor o sofraya. O sofrada aklî dengeyi, şuuru bozacak melânet vardır. İzinden gidersen, meyhane, kumar, batakhane.

Gitme yavrum onun izinden. Gel seni İslâm’ın izinden yürüteceğim. Gel yavrum, gel delikanlım, öpeyim gözlerinden. Hz. Muhammedin yolundan yürü. İslâm’ın yolundan yürü. Yürü  yavrum sen, Hak Resûl’ün izinden yürü.

Hz. Muhammed’in izinden gitme. O izden gidenlerin elinden, dilinden zarar gelmez. Hz. Muhammed’in yolundan gidenler anneye-babaya itaat ederler. Anneye-babaya, vatana, millete hayırlı evlât olurlar. Çevresine iyilik yaparlar. Yol, Allah’a giden yol: İhdinassıratel müstakim. Allah ihvânımıza feyiz versin, aşk versin, sevgi versin. Razı olduğu iyilikleri üzerimizden almasın.

İstiyorum arkasından gidilen, sofrasına oturulan bir baba. Candan içre sevilen bir baba istiyorum. Öyle bir baba istiyorum ki, helâl lokma ile çocuklarını, evini besleyen, hayatına haram, yalan girmeyen örnek bir baba. Çocuklarına elini uzatan, memleket ve millet için hayırlı evlat yetiştiren baba istiyorum. Manevî mesuliyetini idrak edip, çevresine ışık tutan baba istiyorum. Çevresini aydınlatsın, aç varsa doyursun. Sa’y ü gayret etsin. Veren el olan baba istiyorum. İnşaAllah bu babaları Allah bize ihsân eylesin.

Allah hanelerinize huzur versin, sevgi versin, bol muhabbet versin. İyi  baba, saadeti evinde bulan baba. Çocuklarını iyi yetiştiren, ailesine iyi muamele yapan.

Hanımlar size Allah’ın birer hediyeleridir. Kader kalemiyle yazmış, onu sana hediye etmiş. Sen gezersin, dolaşırsın, deşarz olursun, konuşursun arkadaş, ahbâb  u yâran. O, 60-70 metrekarenin içinde sabah erkenden kalkar, çocuk bakılacak, beslenecek, ev temizlenecek, yemek pişecek, çamaşır yıkanacak, adam gelecek, vs. bin sıkıntılarla.

Sen  gene akşamdan gelir, ceketini asar yatarsın, konuşursun, gezersin. Onun gene sırası yatmaya gelmez, işini bitirememiştir. Her gün aynı işle meşguliyet! O da kolay bir şey değildir.

Öyleyse, senin kaderine teslim edilmiş, sana Allah tarafından hediye edilmiş şu hanımını elinin tersiyle itme yahu! Kırma onun gönlünü! Allah’ın hediyesi sana. Sofranı güzelce kurmuş. Eline sağlık hanım de, Allah razı olsun, de. Çamaşırını ütü yapmış, “eline sağlık, ne kadar güzel”de. Yatağını hazırlamış, yiyeceğini öyle.

Sen hâlâ tepeden bak, “Ben adamım, ben erkeğim...” Hay erkekliğin ne olsun senin!.. Erkeğim diyeceğine insanım desene yahu! Gelin dostlar hanelerimizi huzurlu, sevgi dolu, tatlı dilli, iyiliklerin evi yapalım.

Bir dostun sana bir hediye verse ona çok dikkat edersin. Bir dostum bana bu tesbihi verdi. Kaybetmekten öyle korkuyorum ki! Elimde gördü mü seviniyor. Hacı Baba, benim tesbihi çekiyor, diye. Allah bir hediye vermiş, ondan çocuk da veriyor sana. Allah’ın hediyesi, kader kalemiyle yazmış.

Tatlı dilimizi herhalde mezara bırakacağız. Ama mezarda, ben görmedim öyle diyorlar, münker, nekirin kulakları hiç duymazmış. Tatlı dil orda hiç geçerli değil. Gelin bu tatlı dili, cân bedende iken burada kullanalım. Ailemize, anamıza, babamıza, dostumuza tatlı dilli olalım. Tatlı dilin yaptığını silah yapmaz.

 Tatlı  dilinin onda birini kullanan varsa gözlerinden öpeceğim. Bu insanlar niçin tatlı dilini kullanamaz? Gurur var ya!  Gurur kullandırmaz. Anneciğin yahu. Al bağrına bas, anneciğim seni çok seviyorum,benim annem, de. Babacığım seni çok seviyorum. Hanımına öyle.Allah’ın hediyesi. Dövmek için değil, sevmek için vermiş sana onu Allah, ama  nerde! Gurur, kibir, azamet, gerile gerile oturma.

Gelin hanelerimize sevgi getirelim. Tatlı dil, güler yüz getirelim. Hoşgörülü olalım. Tenezzülde tevâzuda yarışalım. Tatlı dilimizi sonuna kadar kullanalım. Niçin, niye, nedenlere takılıp kalmayalım. Allah bize anlayış versin. İnsan deyip de geçme, insan çok kıymetli varlıktır.

Sonra avam-ı nas gibi mezarlıktan öte Allah aramaya gidenler belki eli boş kalır. Gelin Allah’ı Peygamberi burada halledelim o işi. Gelin dostlar tevhît edelim. Sevelim, sevilelim, dünyâ kimseye kalmaz.    

Gençler!

Manevî mesuliyetimizi idrak edenlerden olalım. Görevlerimizi bilelim. Vatana, millete karşı görevlerimiz vardır. İnsanların hayırlısı, memleketine, milletine hayırlı olan insandır.

Bir insan akli dengesini bozar, hastalanır, memleketin sırtında asalak olur. Ama çalışırsa vergisini verir, etrafına faydalı olur. Ailesine, çocuklarına hayırlı olur.

Biz ehli tevhîtiz. Ehli tevhît olan canlar, asalak değildirler. Kimsenin sırtından geçinmeye kalkma yavrum. Veren el, alan elden hayırlıdır. Onun için "ve en leyselil insani illa masae.” İnsan sa’y u gayret etmedikçe insan olamaz. Mücadele edecek, veren el durumuna gelecek. Vatanımız ancak çalışkan insanların omuzlarında yükselecektir. Allah hırsızların eline düşürmesin, ona karışmam artık, ne yapalım!

Allah kendinden korkan, Hakk’ı bâtılı seçen, iyi-kötüyü fark eden, adımını göre göre atan hayırlı insanlar zümresine ilhak eylesin. Allah bu millete acısın. İyilik versin bize. Allah çok çok iyilikler versin, aşk versin, sevgi versin. Allah hepinizden razı olsun.

Efendimizin ruhu için, ve kâf  ve ehl-i îmân ervâhı için, geçmişlerimizin ruhları için lillahi’l Fâtiha.

HACI BABA


 

Varlığın, benliğin Hakk’a perdedir.

İsbat et ilmin, iraden nerdedir?

Merhamet et, bunlar Hakk’a perdedir!

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.


Hidâyet Mevlâ’dan âşığa gelir.

Sevdiği kuluna Mevlâmız verir.

Mevlâ’sı kulunun kalbini bilir.

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.


Kalblere şâhittir Ulu Mevlâmız.

Yoluna feda baş ile canımız.

Sultanlar sultanıdır cananımız.

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.


Hak yola canımız eyledik fedâ.

Can sultanım bizleri etme cüdâ.

Tecelli zatın ile eyle ihyâ.

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.


 “La havfun aleyhim” sırrını açtın.

Aşkını, zevkini kalbe nakşettin.

Gönlünüzde ancak ben varım dedin.

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.


Sen bize vallahi cân u cânânsın.

Sevgili kulun kalbine sığansın.

Dostuna yâr, gafile de ağyârsın.

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.


Bütün varım tecellî sıfatındır.

Bize hidâyet zikr-i ilâhındır.

Aşk ile salât kulun mi’racıdır.

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.


İlâhî derdimin dermânı sensin.

Ya Rabbi! Gönlümün sultanı sensin.

SABRİ’nin enfüs, âfâk mihmânısın.

“Re’sul hikmete mehafetullah”dır.

                                                                       5. 9. 1982


 




Bu Sayfann Geldii Adres
Tasavvuf Derneği
http://www.tasavvufdernegi.com

Bu Sayfann Adresi:
http://www.tasavvufdernegi.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=21