İlâhî aşk


Aşkımın ateşine derece koyamazsın

Gönlümün baharına hiç engel olamazsın

Uzaklarda ararsan can içre bulamazsın

Sevgilinin sohbetine gönül verenleriz

 

 

İlâhî aşk

 

Muhterem Dostlar!

Bu sohbetleri şahıslara bağlamak verimli olmaz, insanları etkilemez. Sohbetleri ilhama, Hakk’a bağlarsak, kıymetine, zevk u safasına paha olmaz.

Aşkımın ateşine derece koyamazsın

İlâhî aşk öyle bir ateş ki… Yakar, yıkar, dağları, taşları eritir. Nispet varlıkları, benlikleri yok eder kökünden.

Gönlümün baharına hiç engel olamazsın

O zaman gönülde bahar havası eser. Gönülde öyle tecellîler olur ki gönlün baharına, aşkına, zevkine, muhabbetine hiçbir şey engel olamaz.

Öyle bahar olur ki aman Allah’ım! Güller, çiçekler, lâle, sümbüller açar. Gönül öyle mânâlar saçar ki o baharın gönülde tecellî etmesi, sâlikini sonsuz mânâlara sevk eder. Çünkü gönüldeki gayriyet, benlikler, varlıklar yıkılmış, tarümar olmuş. Aşk ateşi bunları kökünden yıkmış, atmış.

Uzaklarda ararsan can içre bulamazsın

Eğer sevgiliyi uzaklarda arıyorsan, can içre bulamazsın. Uzak değil çok yakınsın. Gönlün baharı gelmiş. Donlar, buzlar erimiş. Varlık ilân edilmiş. Hak varını izhar etmiş.

Sevgilinin sohbetine gönül verenleriz.

Sevgilinin sohbetine gönül verenler, gönülde Mevlâyı bulanlardır. O kişi ki fenâ-yı tamda bekâya ermiş, Hakk’ı diyet etmiş, sevgilinin sevgisine mazhar olmuş, sohbetine gönül vermiş.

Dikkat edelim! Kulak verenler değil; gönül verenler! Gönülde Mevlâyı hakim edenler! Canda cânanla buluşup bilişip sevişenler! Miracınız mübarek olsun!..

Dikkat edelim can dostlar!

Hak dostlar, tevhide dahil olup bütün müşkilâtları hâllediyorlar. Sırat, mizandan geçiyorlar. Görerek, yaşayarak şahadet veriyorlar. Hak dostlar, yarınlara hiç iş bırakmıyorlar. Hâlde tevhid ederek, şahadet sırrına eriyorlar.

“Canım bu nasıl olur?” deme. İtiraz etme bize. Gavs-ı Âzam Pîr Seyyid Muhammed Nur’un bize ikram, ihsan ettiği ilm-i tevhid, ilm-i Ledün, açık seçik Melâmet’tir.

Kurtulup şüphe i şirk-i hafiden bulduk eman

Korkma Fehmi var iken ol Mustafa Sultanımız

Canda cânanla buluşup bilişip sevişmek, ilm-i Ledünde, hikmet ve mânâ ilmindedir. Bu ilme gönül verenler Pîrimizin mensuplarıdır.

Pîrimiz ederse kabul

Olursun indallah makbul

Yıkma sakın hiçbir gönül

Gönüldedir zevk u safa

Bu dava, gönül erlerinin davası. Bu dava Hak’ta yok olup Hak’la var olanların davası. Bu dava, tenezzül tevâzuyla Hakk’a kul olanların davasıdır.

Bu kutsî davaya dünya ukba pazarından geçmeyenler giremezler. Bunu anlayıp zevk edemezler. Onlara da ihsan eylesin Mevlâ.



Sevgili Dostlar!

Hak mürşidin yolunda, telkinininde hiç gayriyet yok. Gelin, siz-biz diyerek ayrıcalık yapmayalım.

Gelin Dostlar!

 Sevişelim, candan içre kaynaşalım. Neyimizden uzak duruyorsunuz? Fenâ-yı tamda bulduk bekâyı. Kelâm-ı Hak'la sohbet ederiz. Kelâm-ı Hak'la “buyurun!” deriz. Davetimiz mutlaktandır, Hak’tandır.

“Ne var Melâmet’te?” dersen vallahi üzülürüm. Ne yok ki Melâmet’te!..

Melâmîdir evliya

Dahi nice enbiya

Hem cihar-ı bâsafa

Kendine gel hey kendine.

Geyemiz canda cânanla buluşmak. Bilişip sevişmek. Zikri ehlinden alarak, telkin üzerine Allah demek. Bu zikir canda cânanla buluşmayı sağlar. Tende mih- manla hedefe doğru gider.

Önderimiz, Hz. Sıddık’ımız: “Ya Rab! Benim vücudumu o kadar büyük yap ki cehennem benimle dolsun.” buyuruyor. Sıddîkiyet makamının sahibi. Rahme- tenli’l-Âlemin’in mazharı. Biz de bu zat-ı muhteremlerin himmet ve lütuflarıyla, sıddîkiyetle davet ediyoruz: Gelin bize! Gelin bize!

Hz. Ömer gibi farkıyetle davet ediyoruz: Gelin bize! Gelin bize!

İki nur sahibi olan, Cem’le Hazretü’l-Cem’i cem eden Kavseyn sahibi Hz. Osman gibi davet ediyoruz: Gelin bize, Gelin bize!

İlmin şehrinin kapısı olan, Ene nâtıkü’l–Kur’an “Ben Konuşan Kur’an’ım!” buyuran, kötülük edene iyilik eden Keremallahu Veche, Hz. Ali lisanıyla davet ediyoruz: Gelin bize! Gelin bize!

Canım kaşını çatıp da “Ne var sizde?” diye sorma bana.

Hak mürşidin himmetiyle ne yok ki bizde…

Lütfen elimizi vicdanımıza koyarak okuyalım ve tefekkür edelim. Hak mürşidim tevbe-yi Nasuh verdirdi. Zikri talim etti. Suskun diller, Allah dedi. Þirk fiilimi aldı, fiilullahı ihsan etti. Fâil-i Hakikiyi tanıttı. Lâ fâile illallah râbıtası verdi.

Hâlâ soruyor musun: “Ne var sizde?”

Nispet sıfattan sıfatullaha mazhar kıldı. Þirk olan sıfatlarımızı kaldırdı. Gerçek mevsufu bildirdi. Lâ mevsûfe illallah dedirtti.

Allah aşkına dinle ve sorma: “Ne var sizde?”

Gerçek Melâmet’in sırrına erenlerde, fenâ-yı zattan tecellî-yi zata geçme vardır. Men aref sırrına erdirdi de bulan bilen, hâlini yaşayanlardan etti. Münezzehte veya gökte sandığımızı gönüle getirdi. Lâ mevcûde illallah râbıtasının hâlini yaşattı. Çok şükür!

Yine mi soruyorsun: “Ne var sizde?”

Hak mürşidim söyler:

Zat-ı Hakk’ı anla zatındır senin

Hem sıfatı hep sıfatındır senin

Sen seni bilmek necatındır senin

Gayre bakma sende iste sende bul yahu

A canım, sen nasılsan, ben de öyleyim. Aramızda bir fark mı var! Sakın ha, kırılma bana, gönül koyma! Ben istiyorum, sen olayım. Seni ben yapayım. Candan içre birbirimizle sevişelim; halka-yı zikirde, tevbe-yi Nasuh- ta. O tevbe ki seyyiatı hasenâta çevirir, cezayı mükâfat eder. Kahrı lütfa, nârı nura döndürür.

Hakk’ı istersen yürü insana bak

Hak yüzü insan yüzünden görünür

Yâni halkı seven Hakk’ı sever. İnsanları sevmek, hoşgörülü, tatlı dilli olmak, hülâsa insana hizmet etmek ne güzel!

Âyet-i kerîmede: “Müminler kardeştirler. Aralarında bir sürtüşme, bir çekişme olursa, onu sulh ediniz.”[1] Bu kardeşlik, anne baba kardeşliği değil, mümin kardeşlik. Allah ve Resûlü’nde kardeş olmak.

Ulu Yaratanım!

İslâm’ı bulduk, bildik. İslâm’ı yaşamak nasip et bize. İslâm üzerine doğduk. İslâmiyeti yaşamak, İslâm olarak da ölmeyi ve bekâ âlemine bir sabah güneşi gibi doğmayı bize nasip et. Zandan, evhamdan, şüpheden bütün ihvanımızı ve bizleri koru.

Muhteremler!

Bilir misiniz canım ne ister?!. Canım ister ki sorgu suâl meleklerinin suâllerine şimdiden cevap verelim. Rabbim Allah, dinim İslâm, kitabım Kur'an-ı Kerîm. Peygamberim; peygamberler peygamberi, iki cihanın serveri, Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.)

Bu sorulara cevap vermek, kişiyi sırattan, mizandan, muhasebeden, muhakemeden geçirir. Bana soruyorsan “Ne cesaretle bunları söylüyorsun?”

Hak dost diyor ki:

Vermeyecek onlar hesap

Geçmeyecek onlar sırat

Dünyada verdiler hesap

Hep gördüğü dîdar, hep cemâl olur.

Hak dostlar bize öyle ışık tuttular ki ne hikmetli ne mânidar sözler söylediler. Bizler o zat-ı muhteremlerin bendeleriyiz. Yolundan, izinden giden dervişleriyiz.

Allah bize çok çok iyilikler versin. Aşk, muhabbet versin. Âşıklık, sâdıklık, âriflik rehberimiz olsun inşallah.

Selâm, sevgi ve dualarımla Allah'a emânet olunuz!

26. 07. 2005

 



[1] Hucurat, 49/10





Bu Sayfann Geldii Adres
Tasavvuf Derneği
http://www.tasavvufdernegi.com

Bu Sayfann Adresi:
http://www.tasavvufdernegi.com/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=130